Elfida Beyzanur isimli bir kız çocuğuna yazılmış. Bir gün doktorların odasındaydım ve doktorlardan biri bana dedi ki: "HalukBey, bu kızı gözden çıkartın." Yanımda da müzisyen arkadaşım Emrah Aydoğdu var. Emrah, "Gözden çıkarılan kadın anlamı Osmanlıca'da Elfida." dedi.
Ekim 03, 2024
Ekim 01, 2024
Son Gece ...
İlk kez 1980’de Kuşadası’nda kalp krizi geçirdi; ikincisinde de 1983’te Paris’teydi. Bodrum’daki evine istirahate çekildi. Son bir kez daha konsere çıkacaktı. 1984’te geliri antik tiyatronun restorasyonuna harcanacak Bodrum Kalesi konserini verdi.
Aldığı ilaçlardan sonra yıpranmaya başlamıştı; kilosu da artıyordu. bir yandan kalbi yorulmuş, bir yandan da şeker hastalığı nüksetmişti. Ama o asla böyle hatırlanmak istemiyordu. O, sahnedeki parıltılı, görkemli görüntüsüyle hafızalarda yer etmeliydi. Evine kapandı ve insanlardan uzaklaştı.
Her şey bir öğleden sonra Bodrum’daki evine gelen telefonla başladı; arayan yardımcısıydı. “Paşam” dedi her zamanki sesiyle. “Buyurunuz efendim” dedi Paşa. Bir yandan acı içindeydi. Hastalıktan parmakları da şişmiş, hareket etmekte güçlük çeken bedeni ve ellerinin halsizliğiyle ahizeyi tutmak dahi yorucuydu. Dinledi, dinledikçe de yüzünün şekli değişiyordu. TRT, şahsına özel bir gece düzenlemek istiyordu. Duyduğu bu haber karşısında mutluluğu ayrı, hüznü ayrıydı sanki.
İzmir Stüdyosu’nda canlı yayın düzenlenecek ve bir de ödül verilecekti. Yüzünde karmaşık ifadesiyle dondu kaldı. Doktorlar sahneyi ve ardından gelebilecek her şeyi, ufacık bir heyecanı dahi yasaklamıştı. Hastalığının bu aşamasında bu teklifi kabul etmesi çılgınlık olurdu. Yapmak istediği ne çok şeyi, hayata geçsin istediği ne çok fikri vardı. Ama bir yandan da dayanamadı, sanatına başlangıç noktası olan bu kuruma nasıl hayır diyebilirdi… “Memnuniyetle efendim. Acaba birkaç ricam olabilir miydi?” diyerek kabulünü bildirdi. Ajda Pekkan ve Muazzez Ersoy’un da davet edilmesini rica etmişti.
24 Eylül 1996 günü çatıp gelmişti. Saat 18.00’de arkasında onu ne zamandır yakalayamayan bir basın ordusuyla TRT İzmir binasına giriş yaptı. Nasıl mutluydu, nasıl heyecanlı… Makyaj odasında er zamanki titizliğiyle görkemli bir hazırlık yaptı. Yıllardır huyuydu, her kostümüne mutlaka isim verirdi. Bu gecenin kostümünün adı, “Son Gece”ydi.
Hazırlıkları bittiğinde stüdyoda kendine ayrılan koltuğa oturdu. Ajda Pekkan ve Muazzez Ersoy da Türkiye’nin iki önemli sanatçısı olarak Sanat Güneşi’ni sevgiyle selamladı ve prova başladı. Herkes gibi onlar da biliyordu. Zeki Müren, Türkiye’de iyi sanatçılar listesinde sıralamaya girecek bir isim değildi. Liste zaten tepede onun adı yazıldıktan sonra başlayabilirdi.
Adı ödül için anons edildiğinde hantallaşan vücudu ve mesleğine duyduğu aşkla kalktı masadan. TRT Sunucusu ve Genel Müdür Yardımcısının yanına doğru gitti. Bir şeylerin yolunda gitmediği belliydi aslında. Ayakta durmakta güçlük çekiyordu. TRT Genel Müdür Yardımcısı ambalajlı olan sürpriz ödülü açtı.
Ödül TRT Ankara Radyosunda ilk şarkılarını söylediği mikrofon. 45 yıllık geçmişin ve yaşadığı anın verdiği heyecan, üstüne bir de mikrofonun ağırlığıyla ödülünü daha eline alır almaz geri vermek zorunda kalıyor. Çünkü bu kadar heyecan fazlaydı ve her zaman özendiği seyircilerinin önünde düşme korkusu onda daha da panik yaratmıştı.
Neyse ki sunucunun kollarına tutunarak koltuğuna kadar gidebilmeyi başardı. Ama sakinleşemiyordu. Gülümsemesini yüzünden asla azaltmadan sadece şunu söyleyebildi: “Beni dışarı çıkarın”.
Programa hemen ara verildi ve Zeki Müren makyaj odasına götürüldü. Düştüğü tek bir kare dahi olmamalıydı. Makyaj odasının kapısı açılır açılmaz kendini yere bıraktı.
Sanat Güneşi, Müziğin Paşası, o anda, hep doğduğunu söylediği TRT’de hayata veda etti…
Alıntı
Saygı ve sevgiyle…
Eylül 28, 2024
Erkekler Kendisine Aşık Diye Annesi Tarafından 25 Yıl Boyunca Bir Odaya Hapsedilen Blanche Monnier’in Akılalmaz Hikayesi
25 yıl boyunca ne güneş ışığı gördü ne de ailesi dışında tek bir kişiyle konuşabildi...
Güzeller güzeli Blanche Monnier görüp görebileceğiniz en inanılmaz ve acıklı hayat hikayelerinden birine sahip.
Kendisi Fransız ve 1 Mart 1849 yılında Fransa’nın Poitiers şehrinde dünyaya geldi. O zamanlar çok iyi bir aileye sahip olduğu düşünülüyordu. Güzelliği, fiziksel görünümü ve kişiliğiyle oldukça ilgi görüyordu ve en önemlisi de onunla evlenmek isteyen çok kişi vardı. Ailesi aristokrattı ve söz konusu güzeller güzeli kızlarının evlenmesi olduğunda ise hiç oralı olmuyorlardı.
Gençlik yıllarında Paris'te sosyete camiasından olan birçok erkeğin dikkatini çekiyordu.
Blanche’a mektuplar gelmeye başlayınca bu durum annesi Louise Monnier'i rahatsız etti ve durum akılalmaz bir noktaya geldi. Akıllardaki tek soru şu oldu: Blanche o günden sonra mı sırra kadem bastı yoksa daha önceden kaybolmuş muydu?
25 sene boyunca her şeyden ve herkesten izole şekilde yaşadı...
Annesi Louise Monnier, pencerelerden içeriye güneş ışığı girmesin diye gereken tüm önlemleri alarak hatta en önemlisi kimse onu görmesin diye kızını sonsuza dek odasına kilitlemişti. Ailesi, erkek kardeşi ve evin çalışanları dışında Blanche’ın tüm dünyayla bağlantısını kesti. Odasındaki yataktan kalkmasına ve herhangi bir temel hijyen ihtiyacını karşılamasına izin verilmedi. Blanche, hayatının yarısı boyunca yemek yediği, idrarını ve dışkısını yaptığı yatakta yattı.
Ailesi, akrabalarına ve kızlarının arkadaşlarına kızlarını İngiltere’de yatılı bir okula gönderdiklerini ve programı nedeniyle çok yoğun olduğunu ve geri dönüşü düşünmediğini söyledi.
Okulu bittiğinde ise, Blanche'ın İskoçya'da kendi hayatını kurduğunu ve Fransa’ya geri dönmeyeceğini söyledi.
Tam tamına 25 yıl sonra, 23 Mart 1901'de, Paris’te bir başsavcı, Parisli tanınmış bir ailenin kapalı kapılar ardında bir şeyler sakladığını belirten isimsiz bir mektup aldı.
Mektubu yazan kişi hakkında hala bir bilgi yok ama tarihçiler mektubun çalışanlardan biri tarafından yazıldığını düşünüyor.
Mektupta şunlar yazıyor:
Sayın Başsavcı, Sizi istisnai derecede ciddi bir olaydan haberdar etmek.istiyorum. Madam Monnier’in evinde kilitli kalmış, aç, susuz ve son yirmi beş yıldır resmen bir çöplük içinde yaşayan bir kızdan bahsetmek istiyorum..
Monnier ailesi, Paris sosyetesinin önemli ve saygın isimlerinden olduğu için iddialara inanmak oldukça güçtü ama yetkililer yine de Monnier malikanesini araştırmaya gittiler.
Müfettişler bir odadan çürük kokusu geldiğini fark edene kadar, malikaneyi gezdiklerinde ilk başta herhangi bir şey bulamamışlardı. Çürük kokusunun geldiği odaya yaklaştıklarında, ilk olarak asma kilidin paslı olduğunu fark ettiler. Odanın yıllardır kilitli olduğunu anladılar. Hemen Asma kilidi kırdılar ve o an gözlerine inanamadılar.
Gördükleri ve yaptıkları araştırmalara dayanarak bir rapor yazdılar.
İşte bu raporda, gördüklerini özetleyen kısa bir kesit:
Bir deri bir kemik kalmış ölmek üzere olan bir kadın, dışkı ve yiyecek artıklarıyla kaplı çürümüş bir yatakta öylece yatıyordu. Yatağın üzerinde böcekler geziyordu. Odanın içerisindeki hava o kadar kötü ve dayanılmazdı ki soruşturmamıza devam edemedik.
Oda o kadar karanlıktı ki müfettişler barikatları pencerenin dışarısından kırdılar.
Blanche 25 yıl sonra ilk kez güneş ışığını gördü. Müfettişlere 25 yıl boyunca zincirlendiğini söyledi. Sağlık durumu o kadar kötüydü ki sadece 25 kiloydu ve kendi ayakları üzerinde duracak gücü yoktu. Hastaneye götürüldüğünde, oksijen alabilmenin ne kadar muhteşem bir şey olduğunu söyledi. Doktorlar, bu şekilde acımasızca bir odaya hapsedilmiş ve bunca yıldır hiç kıpırdamadan hayatta kalmış kızın yaşamasının bile mucize olduğunu söylediler.
Tüm Monnier ailesinin sorguya çekildiği dava sürecinde, annesi Louise Monnier tutuklandı ama tutuklanmasından 15 gün sonra hayatını kaybetti.
Yetkililer kalp rahatsızlığı sebebiyle öldüğünü düşünse de çoğu kişi fazla dozda ilaç alarak intihar ettiğini düşünüyor. Blanche’ın erkek kardeşi Marcel Monnier ise annesinin suçlu olduğunu söyleyerek kendini savunmaya çalıştı. Tüm kanıtlara rağmen Marcel, Blanche'a yapılan suça ortak olduğu için 15 yıl hapis cezasına çarptırıldı.
Blanche özgür kaldı ama yaşadıkları hiç de kolay değildi.
Tam tamına 25 yıl boyunca bir odada hapis kaldığı için zamanla koprofili, ekshibisyonizm ve şizofreni gibi sağlık sorunları oluştu. Fiziksel olarak kendini az da olsa toparlasa da psikolojik olarak asla toparlanamadı. Hayatının geri kalanını bakım evinde geçiren Blanche Monnier, 1913 yılında bir psikiyatri hastanesinde hayata gözlerini yumdu.
Alıntı♥️🍀