Nisan 10, 2023

 

“Annesinin zorlandığı her işe o koşuyordu. Camları silmekten tutun da yerleri süpürmeye kadar...

Güney ablası da evlenip evden gidince Metin artık evin hem oğlu hem kızı olmuştu. Her iş geliyordu elinden.

Karşı komşu Sudi Saka, sporcu.. Bahçesinde barfiks vardı. Arada sırada çağırırdı genç Metin'i, birlikte antrenman yaparlardı. Bir gün öğrendiler ki Sudi Abi'nin evi satılıyor.Gelen, giden, bakanlar oluyor..

Ve bir gün, eve bakmaya gelenler arasında Ali MacGraw'a benzeyen bir genç kız.. Yanında bir askeri öğrenci, arkalarında bastonlu bir adamla bir kadın..

Beşiktaş'taki evlerini satan Özdoğu ailesi, yeni komşuları oluyor Akpınarların.

Taşındıkları gün o genç kız, adı Göksel, çok çalışıyor eşyaları yerleştirmek için. Çok hamarat, becerikli.. 

Annesiyle Metin pencereden onları izliyorlar. Hamaratlığı görünce "Ana" diye sesleniyor Metin, "senin gelin geldi galiba."

Eskiden mahalleye yeni komşu taşınınca, evlerinde henüz ocak yanmıyor diye komşular yemek yapıp götürürlerdi. Nadide Hanım da hemen bir düğün çorbası yaptı, yanına ekmeğinden suyuna eksiksiz bir tepsi hazırladı. "Al oğlum," dedi Metin'e, "götür bunu."

Kapıyı Göksel açtı. "Biz karşı komşuyuz," dedi Metin, "annem gönderdi."

İlk karşılaşma.. 62 yıllık beraberliğin ilk anı..

"Mahalleye yeni biri geldi mi ertesi sabah, 'Hoş geldin komşu kardeş,' diye yanaşılır. Sen kapmazsan başkaları kapar kızı. Hazırlandım, süslendim, hemen çıktım,'Hoş geldin komşu kardeş, nerede okuyorsun, ne yapıyorsun? Hadi sahil yolunda biraz yürüyelim..

'En güzel kıyafetlerimi giymişim, ağzım kokmasın diye de bir karanfil atmışım onu çiğniyorum. Sen o karanfil kaç boğazıma! Kızın yanında öleceğim. Nasıl ıstırap çektim o ilk buluşmamızda anlatamam.."

Okulu kırıp gezmeler, el ele tutuşmalar, Emirgan Korusu, Boğaz'da kayık sefası.. 

Aşık oldular birbirlerine. "Aksaray'ın en büyük yangını" böyle başladı..

"Her şeyin fazlasını severim ben. Ya en çok ya en az! Ya çok öfke ya çok sevme! Hep söylerim;aşkımız da büyüktü,flörtümüz de büyüktü. Ekmek almaya diye çıkıp eve sekiz saat sonra döndüğümüz çok olmuştur."

1960 askeri darbesinin ardından gelen siyasi ortam içinde, bir yandan da aşkları doludizgin devam ediyordu. Metin Bey'le Göksel Hanım hep camdan haberleşip çıkarlardı dışarı. En kötüsü ise mahalleye girerken ayrılmaktı. İşaretleşmeler zamanla gündüzden geceye de taşındı. 

Camdan cama minik şakalar, mektuplar, şiirler.. Göksel 18'inde henüz, Metin 19..

Ve mutlu sona doğru bir adım atıldı, "haydi kızı isteyelim."

"Ne iş yapıyor oğlumuz?"

"Lise sonda beklemeli."

"Olmaz, öğrenciye kız vermeyiz."

Mutlu son, başka bahara kaldı. Ama dinleyen kim? 

Çıkıp gitmeler, gezmeler arttı. Ortadan yok olma süreleri saatleri bulunca Göksel Hanım'ın babası duruma el koyup kızının evden dışarı çıkmasını yasakladı.

"Bizim bu kural tanımaz halimiz kayınpederi kızdırdı. Kayınbaba da dini bütün, biraz muhafazakar bir beyefendi. 

Erzurumlu bir albay emeklisi. O bastonla dolaşıyor, ben silahla dolaşıyorum. Delikanlılık; şarap şişesi bir cebimde, silah bir cebimde 'Kızı alırım kaçırırım, bana nasıl vermezler!' diyorum. Bugün şaka gibi gelen bu öykü o zaman bizim için hayatımız ve çok önemli bir şey!.."

Başladı müstakbel kayınpeder dışarıda bastonunu yere vura vura gezmeye..Metin'in de kanı deli akıyor, o da taktı silahı beline.. Ne olacak şimdi?..

"Kızı alıp kaçıracağım, başka çare yok. Allem ettik kallem ettik, araya girenler oldu ama vermediler ısrarla. Ben de dedim ki 

'Bana kaç.' Evlenmezsek ben gemici olacağım, uzak yollara gideceğim ve asla kavuşamayacağız,' dedim bir de..

'Gelir misin?' 'Gelirim.' 'Benimle beraber olur musun?' 'Olurum.' 

'Bütün kuralları yıkar mıyız?' 'Yıkarız!' Bitti!.. 

Gittik yüzüklerimizi çarşıdan beraber aldık, Kumkapı'da kayaların üzerinde taktık. Bize göre evlendik. Kaçırdım kızı. 

Kaçırma deyince dağa kaldırmadım tabii, onların evinden karşı eve kaçtı, iki valizle.."

Sonunda ailesi kabul etti durumu, yüzükler tekrar, bu kez evde takıldı. 1961'in 17 Şubat'ında ise nikahları kıyıldı. Tam da Medeni Kanun'un kabulünün 35. yıl dönümünde!.. "

"Sahneye Adanmış Bir Ömür: 

METİN AKPINAR 

(Alıntı)

Nisan 05, 2023

GÜZEL BİR ÖĞRETİ...



Bir gün insanlardan kaçan, yalnız yaşamayı tercih eden yaşlı bir adama sorarlar.

“Sürekli yalnız olmaktan bıkmıyor musun?”

Yaşlı adam  cevap verir:

" Yapacak çok işim var. İki şahin eğitmem gerekiyor. 

Ve iki kartal. 

İki tavşan sakinleştirmek ve yılanı eğitmek. 

Eşeği  motive etmek ve aslanı evcilleştirmek.”

”-Ama senin etrafında hiç hayvan göremiyoruz!” 

“-Neredeler?”

“Onlar içimizde yaşayan hayvanlardır.”

"İki Şahin" gördükleri her şeye saldırıyorlar. 

İyi-kötü, faydalı-zararlı onlara ayırt etmeyi öğretmeliyim. Çünkü onlar benim GÖZLERİM.

“ İki kartal" dokundukları her şeyi mahvediyor, yaralıyor, parçalıyorlar. Onlara hizmet etmeyi ve zarar vermeden yardım etmeyi öğretmeliyim. Çünkü onlar benim ELLERİM.

“Tavşanlar" her zaman korkarlar, kaçarlar ve saklanırlar. Onları sakinleştirip, zor durumlarla başa çıkmayı öğretmeliyim, beladan kaçmayı değil. Çünkü onlar benim AYAKLARIM.

En zor kısmı "yılanı" izlemek. 

Sıkı bir kafeste, güvenli bir şekilde kilitli olsa da her zaman saldırmaya, sokmaya, yakın olan herkesi zehirlemeye hazır. Bu yüzden onu takip edip, disiplinli olmalıyım. Çünkü bu benim DİLİM.

“Eşek" herkesin bildiği gibi çok inatçı, sonsuza kadar yorgun ve işini yapmak istemiyor. Bu yüzden ona şükretmeyi ve akışta olmayı öğretmeliyim. Çünkü bu  benim VÜCUDUM.

Ve sonunda kral olmak ve herkese emretmek isteyen bir "aslanı" evcilleştirmek istiyorum. Gururlu,  kibirli ve dünyanın kendi etrafında dönmesini istiyor. O aslanı terbiye etmeliyim. Çünkü bu benim EGOM.”

Gördüğünüz gibi yapacak çok işim var”

Soru sorulan yaşlı  adam,

Lev Nikolevic TOLSTOY'dur....

Nisan 04, 2023

Sevdik bu melodileri🎶🎼🎵

İnstagramdan paylaştığım son gezi videomda kullandığım şarkıyı çok sordunuz. Aşağıya ekledim dostlarım☺️



Nisan 03, 2023

GÖNÜL FERMAN DİNLEMİYOR Kİ!

 


❝Annem ve babam 1959 yılında İtalya’nın Trieste limanında tanışmışlar. Annem bir Hırvat… Hırvatistan’ın Rijeka şehrinde yaşarmış. Babam da Türk bir denizciymiş. O yaz babamın çalıştığı gemi Trieste limanına demirlemiş ve aynı günlerde annem de haftasonu gezisi için oradaymış...

Limanda birbirlerini görmüşler ve ilk görüşte aşık olmuşlar. Biraz İngilizce, biraz İtalyanca anlaşmışlar, birlikte şehri gezip dolaşmışlar. Çok geçmeden ayrılık vakti gelmiş. Babam annemin ev adresini alarak vedalaşmış. Annem Rijeka’ya, babam da gemisine geri dönmüş.

Aradan 3-4 ay geçmiş. Bir gün anneannesi evin kapısından anneme seslenmiş: “Maria buraya gel, bir adam seni soruyor.” Annem kapıda babamı görünce hem şaşırmış hem de çok sevinmiş. Babam anneme “Hazırlan seni almaya geldim, Türkiye’ye gidiyoruz.” demiş.

O yaşlarda genç bir kız için çılgınlık olsa da annem bu teklifi kabul etmiş. Anneannesi annemi “Gitme kızım, onlar 2-3 evli oluyor, diğer kadınlar seni boğaza atarlar” diye korkutmuş ama nafile, annem babama duyduğu sevgiyle yola koyulmuş.

Babam da gözünü karartmış, anneme erkek kıyafetleri giydirip başına bir kasket takarak gizlice gemiye bindirip saklamış. Babam dikkat çekmeden anneme yiyecek içecek götürüyormuş. Hırvatistan’da gemilerin çok detaylı arandığı bir sınır bölgesi varmış.

Babam oraya yaklaşırken annemin yanına inip ben gelene kadar sakın sesini çıkarma, iyi saklan deyip tekrar yukarı çıkmış. Duyguları heyecan, korku ve mutluluk arasında mekik dokuyormuş. Gemi durduğunda bir anda o bölgenin elektriği kesilmiş ve gemiyi üstünkörü arayabilmişler.

Babam annemin yanına gidip olanları anlatmış ve sarılıp ağlamışlar. Annem bu anı her anlattığında yine ağlardı. O anın mucize olduğuna inanırdı. Türkiye karasularına girdiklerinde yolculuğun zor kısmını atlattıklarını düşünmüşler ancak öyle olmamış.

Annem limanda yakalanmış. Konu anlaşılınca da serbest bırakılmış. O zamanlar birçok gazetede haberleri çıkmış. Annem 1961 yılında Türk vatandaşlığını alınca babamla evlenmişler. Adı Meral olmuş. Babam denizciliği bırakınca, birkaç yıl İstanbul’da, birkaç yıl Bursa’da yaşamışlar.

Sonra daha iyi bir hayat ümidiyle Almanya’ya gitmeye karar vermişler. 1968 yılında annem, ondan bir yıl sonra da babam Berlin’e gitmiş. Annem Bosch’ta, babam da Elektrolux fabrikasında çalışmış. 1970’te ben doğmuşum ve Berlin şehrinin anısına ismimi Berrin koymuşlar. ☺️

Ve hayatımızın en zor günleri… 1970’in haziran ayında babam fabrikada bir iş kazası sonucu hayatını kaybetmiş. Annem kucağında dört-beş aylık bebeğiyle kalakalmış. Sonra da kararını vermiş ve babamın cenazesiyle birlikte Türkiye’ye kesin dönüş yapmış.

“Babanın mezarı nerede, ben de oradayım” derdi, ondan uzak olmaya dayanamazdı. Birlikte yalnızca 11 yıl yaşasalar da aşkları bir ömür boyu sürdü. Annem Eylül 2020’de hayata veda etti ve şimdi sevdiğiyle yan yana yatıyor. 50 yıl sonra tekrar kavuştular.❞ 🌿

(Berrin Turan)