Nisan 25, 2023

Zalimliğiyle ünlü bir Kral

 

Zalimliğiyle ünlü bir Kral, idam cezası verdiği iki mahkumdan birinin canını kendisini çok eğlendirecek bir yolla bağışlamak ister.

Sonra iki darağacı kudurur ve mahkumlardan ikisine de, omuzlarına basacakları, ve güvenebilecekleri birer kişi çağırmalarını ister.

Bir taraftanda ülkenin bilge kişisini de kendince sınamak istemiştir.

Bu yüzden herşey hazır olduğunda yanıbaşına oturtmuştur yaşlı bilgeyi.

Sonrasında mahkumlar kendi seçimleri ve istekleriyle çağırdıkları kişilerin omuzlarına basar ve boyunlarına ipler geçirilir...

Mahkumkardan biri çok güçlü kuvvetli birini çağırmıştır.Diğeri ise kendisinden daha cılız olan arkadaşını çağırmıştır ve onun omuzlarına basmaktadır.

Kral tam o anda sorar yaşlı bilgeye. 

- "Hadi şimdi göster hünerini.Sence önce kim yıkılacak?

Güçlü olanmı? Yoksa şu cılız olanmı?" 

- Yaşlı bilge kendinden emin cevap verir.

-"Güçlü olan çok sürmez yıkılır efendim.Diğer cılız olan ise ölse yıkılmaz.Cılız olanın omuzlarına basan mahkum canını kurtaracaktır.-"

İki saatlik çok çekişmeli geçen ölüm kalım savaşında, güçlü adam yıkılıverir en sonunda.Ve onun omuzlarına basan mahkum darağacında can verir.

Kral şaşkın bir halde sorar yaşlı bilgeye.

-"Nasıl oldu da şu cılız adamın galip geleceğini bildin? Sen gerçek bir bilgesin-"

Yaşlı bilge yerinden kalkmış sevinç içinde arkadaşına sarılan ve canını kurtaran mahkuma bakar ve Kral'a şöyle der.

-"Bunu bilmemin bilge olmakla alakası yoktur.

İki mahkum darağacına çıkarılmadan önce onları dikkatle izledim.Kendi istekleriyle çağırdıkları adamlar yanlarına geldiler.Biri çağırdığı güçlü adama bir kese altın verdi.Belliki parasıyla tutmuştu onu, canını kurtarabilmek için.

Bunun için o adamın güçlü vücudunun kâfi geleceğini düşünüyordu.

Diğeri ise uzun uzun sarıldı arkadaşına.Birlikte gözyaşı döktüler.Sonra o cılız adam yeminler etti arkadaşına.

Ölsem yıkılmam diye.

Gerçek birer arkadaş olduklarını anladım o anda... Ben sadece menfaat üzerine kurulan şeylerin çok uzun sürmeyeceğini bildim efendim... "

-Menfaat üzerine kurulan herşey, yıkılmaya mahkumdur...

Anonim

Alıntı

Zaman Algısını Tamamen Kaybetti

 

Bir Mağarada 500 Gün Boyunca Tek Başına Yaşayan Kadından "Hayatı Sorgulatan" Açıklama: Zaman Algısını Tamamen Kaybetti!

İspanyol atlet Beatriz Flamini, yerin 70 metre altındaki bir mağarada 500 gün boyunca tek başına yaşadı. Bu süreçte hissettikleri, bilim dünyasına insan psikolojisi hakkında önemli detaylar sunabilir.

İzolasyonun en uç noktasının bir insana nasıl hissettirdiğini göstermek için deneyimlerini not aldı. Ortaya çıkan sonuçlar, insanın zaman algısı için şaşırtıcı detaylara yer verdi.

En büyük detay ise aslında henüz mağaradan ilk çıkışında kendisini gösterdi. 12 Eylül’de mağaradan çıkan Flamini, bulunduğu yerden erken çıkarıldığını düşündü. Gazetecilere deneyimlerini anlatan Flamini, mağarada sadece 160-170 gün kadar kaldığını sandığını paylaştı. Fakat 500 günün tamamını doldurmuştu.

Flamini, mağarada kaldığı süre boyunca kendi yaşamını kendi elleriyle sürdürdü. İstediği şeyi istediği zaman yedi, istediği zaman uyudu, istediği zaman resim çizdi… Peki, zaman algısını nasıl yitirdi?

Zamanın ilerleyişini hissederken rol oynayan etmenler yalnızca Güneş’in doğumu ve batımıyla sınırlı değil. Hissettiğimiz duygular ve etrafımızdaki değişiklikler de zaman algımıza büyük ölçüde destek oluyor.

Ayrıca yaşadığınız anılar ve bu anıların ne kadar süreyi kapsadığı da kendi biyolojinizde bir zaman algısı oluşması için temelleri atıyor. Bir olayın ‘x’ süre boyunca süreceğini biliyor, etrafımızdaki her bir etmenle bu sürenin tutarlılığını devamlı değiştirebiliyoruz.

Hiçbir insanla konuşmadığınız, istediğiniz her şeyi istediğiniz an yaptığınız, gündemi takip etmediğiniz, ‘bugün şunu yapacağım’ demediğiniz bir ortamda kalırsanız, beyniniz artık zaman kavramını unutmaya başlıyor.

Peki Flamini bu deneyi neden yaptı?

50 yaşındaki Flamini, insan zihninin ve vücudunun aşırı yalnızlıkla nasıl başa çıktığı hakkında daha fazla şey öğrenmek ve bilim dünyasına katkıda bulunmak istedi. Elbette bu deneyini tek başına da gerçekleştirmedi.

Famini, deney boyunca Almaria, Granada ve Murcia Üniversitelerinden bilim insanları tarafından takip edildi. Ara sıra kendisiyle iletişim kuruldu. Flamini'nin notları henüz paylaşılmadı.

Alıntı-Cenk Cengiz

Nisan 17, 2023

insanlar neden birbirlerine öfke ile bağırırlar?”

 

Hintli bir ermiş öğrencileri ile gezinirken Ganj nehri kenarında birbirlerine öfke içinde bağıran bir aile görmüş. Öğrencilerine dönüp “insanlar neden birbirlerine öfke ile bağırırlar?” diye sormuş. Öğrencilerden biri “çünkü sükûnetimizi kaybederiz” deyince ermiş “ama öfkelendiğimiz insan yanı başımızdayken neden bağırırız? O kişiye söylemek istediklerimizi daha alçak bir ses tonu ile de aktarabilecekken niye bağırırız?” diye tekrar sormuş.

Öğrencilerden ses çıkmayınca anlatmaya başlamış: “İki insan birbirine öfkelendiği zaman, kalpleri birbirinden uzaklaşır. Bu uzak mesafeden birbirlerinin kalplerine seslerini duyurabilmek için bağırmak zorunda kalırlar. Ne kadar çok öfkelenirlerse, arada açılan mesafeyi kapatabilmek için o kadar çok bağırmaları gerekir.”

“Peki, iki insan birbirini sevdiğinde ne olur? Birbirlerine bağırmak yerine sakince konuşurlar, çünkü kalpleri birbirine yakındır, arada mesafe ya yoktur ya da çok azdır. Peki, iki insan birbirini daha da fazla severse ne olur? Artık konuşmazlar, sadece fısıldaşırlar çünkü kalpleri birbirlerine daha da yakınlaşmıştır. Artık bir süre sonra konuşmalarına bile gerek kalmaz, sadece birbirlerine bakmaları yeterli olur. İşte birbirini gerçek anlamda seven iki insanın yakınlığı böyle bir şeydir.”

Daha sonra da öğrencilerine bakarak şöyle devam etmiş: “Bu nedenle tartıştığınız zaman kalplerinizin arasına mesafe girmesine izin vermeyin. Aranıza mesafe koyacak sözcüklerden uzak durun. Aksi takdirde mesafenin arttığı öyle bir gün gelir ki, geriye dönüp birbirinize yakınlaşacak yolu bulamayabilirsiniz.

Nisan 10, 2023

 

“Annesinin zorlandığı her işe o koşuyordu. Camları silmekten tutun da yerleri süpürmeye kadar...

Güney ablası da evlenip evden gidince Metin artık evin hem oğlu hem kızı olmuştu. Her iş geliyordu elinden.

Karşı komşu Sudi Saka, sporcu.. Bahçesinde barfiks vardı. Arada sırada çağırırdı genç Metin'i, birlikte antrenman yaparlardı. Bir gün öğrendiler ki Sudi Abi'nin evi satılıyor.Gelen, giden, bakanlar oluyor..

Ve bir gün, eve bakmaya gelenler arasında Ali MacGraw'a benzeyen bir genç kız.. Yanında bir askeri öğrenci, arkalarında bastonlu bir adamla bir kadın..

Beşiktaş'taki evlerini satan Özdoğu ailesi, yeni komşuları oluyor Akpınarların.

Taşındıkları gün o genç kız, adı Göksel, çok çalışıyor eşyaları yerleştirmek için. Çok hamarat, becerikli.. 

Annesiyle Metin pencereden onları izliyorlar. Hamaratlığı görünce "Ana" diye sesleniyor Metin, "senin gelin geldi galiba."

Eskiden mahalleye yeni komşu taşınınca, evlerinde henüz ocak yanmıyor diye komşular yemek yapıp götürürlerdi. Nadide Hanım da hemen bir düğün çorbası yaptı, yanına ekmeğinden suyuna eksiksiz bir tepsi hazırladı. "Al oğlum," dedi Metin'e, "götür bunu."

Kapıyı Göksel açtı. "Biz karşı komşuyuz," dedi Metin, "annem gönderdi."

İlk karşılaşma.. 62 yıllık beraberliğin ilk anı..

"Mahalleye yeni biri geldi mi ertesi sabah, 'Hoş geldin komşu kardeş,' diye yanaşılır. Sen kapmazsan başkaları kapar kızı. Hazırlandım, süslendim, hemen çıktım,'Hoş geldin komşu kardeş, nerede okuyorsun, ne yapıyorsun? Hadi sahil yolunda biraz yürüyelim..

'En güzel kıyafetlerimi giymişim, ağzım kokmasın diye de bir karanfil atmışım onu çiğniyorum. Sen o karanfil kaç boğazıma! Kızın yanında öleceğim. Nasıl ıstırap çektim o ilk buluşmamızda anlatamam.."

Okulu kırıp gezmeler, el ele tutuşmalar, Emirgan Korusu, Boğaz'da kayık sefası.. 

Aşık oldular birbirlerine. "Aksaray'ın en büyük yangını" böyle başladı..

"Her şeyin fazlasını severim ben. Ya en çok ya en az! Ya çok öfke ya çok sevme! Hep söylerim;aşkımız da büyüktü,flörtümüz de büyüktü. Ekmek almaya diye çıkıp eve sekiz saat sonra döndüğümüz çok olmuştur."

1960 askeri darbesinin ardından gelen siyasi ortam içinde, bir yandan da aşkları doludizgin devam ediyordu. Metin Bey'le Göksel Hanım hep camdan haberleşip çıkarlardı dışarı. En kötüsü ise mahalleye girerken ayrılmaktı. İşaretleşmeler zamanla gündüzden geceye de taşındı. 

Camdan cama minik şakalar, mektuplar, şiirler.. Göksel 18'inde henüz, Metin 19..

Ve mutlu sona doğru bir adım atıldı, "haydi kızı isteyelim."

"Ne iş yapıyor oğlumuz?"

"Lise sonda beklemeli."

"Olmaz, öğrenciye kız vermeyiz."

Mutlu son, başka bahara kaldı. Ama dinleyen kim? 

Çıkıp gitmeler, gezmeler arttı. Ortadan yok olma süreleri saatleri bulunca Göksel Hanım'ın babası duruma el koyup kızının evden dışarı çıkmasını yasakladı.

"Bizim bu kural tanımaz halimiz kayınpederi kızdırdı. Kayınbaba da dini bütün, biraz muhafazakar bir beyefendi. 

Erzurumlu bir albay emeklisi. O bastonla dolaşıyor, ben silahla dolaşıyorum. Delikanlılık; şarap şişesi bir cebimde, silah bir cebimde 'Kızı alırım kaçırırım, bana nasıl vermezler!' diyorum. Bugün şaka gibi gelen bu öykü o zaman bizim için hayatımız ve çok önemli bir şey!.."

Başladı müstakbel kayınpeder dışarıda bastonunu yere vura vura gezmeye..Metin'in de kanı deli akıyor, o da taktı silahı beline.. Ne olacak şimdi?..

"Kızı alıp kaçıracağım, başka çare yok. Allem ettik kallem ettik, araya girenler oldu ama vermediler ısrarla. Ben de dedim ki 

'Bana kaç.' Evlenmezsek ben gemici olacağım, uzak yollara gideceğim ve asla kavuşamayacağız,' dedim bir de..

'Gelir misin?' 'Gelirim.' 'Benimle beraber olur musun?' 'Olurum.' 

'Bütün kuralları yıkar mıyız?' 'Yıkarız!' Bitti!.. 

Gittik yüzüklerimizi çarşıdan beraber aldık, Kumkapı'da kayaların üzerinde taktık. Bize göre evlendik. Kaçırdım kızı. 

Kaçırma deyince dağa kaldırmadım tabii, onların evinden karşı eve kaçtı, iki valizle.."

Sonunda ailesi kabul etti durumu, yüzükler tekrar, bu kez evde takıldı. 1961'in 17 Şubat'ında ise nikahları kıyıldı. Tam da Medeni Kanun'un kabulünün 35. yıl dönümünde!.. "

"Sahneye Adanmış Bir Ömür: 

METİN AKPINAR 

(Alıntı)