Mayıs 01, 2023

1900’lü yılların başında Türkiye’de ilk kez bir kadın tarafından yazılan “1 MAYIS” şiiri ve Şairinin trajik hikâyesi...

 

Yaşar Nezihe Bükülmez Hanım (1882 –1971)

İstanbul’un Şehremini semtinde 5 çocuklu yoksul bir ailenin 3. çocuğu olarak dünyaya gelir. Kendisinin dışındaki tüm kardeşleri henüz bebekken ölür. 6 yaşına geldiğinde annesini de veremden kaybeder. Artık eve hiç uğramayan babasının “teyze” dediği yaşlı bir hanım tarafından Anadolu’nun bilindik aşk hikâyeleri anlatılarak büyütülür. Bu manzum hikâyeler, genç Yaşar’ın şiire ilgi duymasına neden olur. 

Okula başlama çağı geldiğinde, hiç kimseden destek göremez ve kendi başına gidip okula kaydolur. Zira içinde çok güçlü bir okuma isteği vardır…  Bir süre sonra babası okula gittiğini duyar ve Yaşar’ı evden kovar. Okula gidebilmek için küçücük yaşta çalışmaya başlar, çevreden topladığı otları satar geçim yapar kendisine. Ancak bu duruma 1 yıl dayanabilir ve tekrar evine döner. Bu kez evde kendi kendine okuma yazma öğrenir. Ve bu yüzden babasını asla affetmez.

Yaşar, yaşadığı çağının çok ötesinde bir genç kızdır artık. 14 yaşında âşık olur ama sevgilisine kavuşamaz. Böylece kalbinin acılarını, hayal kırıklıklarını şiir ile ifade etmeye başlar… Yazdığı şiirlerden birini, ‘Mazlume’ takma adıyla Malumat Dergisine gönderir. Biraz bıyık altı, biraz alaycı bir üslupla da olsa, şiiri kabul edilir. 

Genç Yaşar, bütün bu alaycı ve ikiyüzlü çevrenin üstü örtülü baskılarına boyun eğmez ve yazdığı şiirlerle; cinsiyet ayrımcılığına, her türlü yoksulluk ve yoksunluklara kafa tutar.

Şiir okumak, şiir yazmak kanına girmiştir bir kere. Buldukça, ‘Malumat Dergisi’ndeki şiirleri okur. Sonra bir gün, o dergilerin birinde Leyla Feride ismiyle yayımlanan bir şiir görür ve çok etkilenir. Onu toplumsal içerikli şiirle  tanıştıran ve sonrasında kendi şiirlerini de aynı tema üzerine biçimlendirmesine neden  olan Leyla Feride’nin, aslında Ahmet Rasim olduğunu çok sonraları öğrenecektir... 

16 ‘sında nişanlanır ama 2 yılın sonunda babası bu nişanı bozup, 18 yaşında ki Yaşar’ı kendinden 27 yaş büyük bir adamla evlendirir. Bir süre sonra, çocuğu olmadığı gerekçesiyle aşırı şiddete maruz kalır ve kocası tarafından boşanır.

İşte bu sırada ilk kez intihar girişiminde bulunur ancak kurtarılır.

Daha sonra yine çevresi tarafından yeniden evlendirilir.  Üç oğlu olur fakat Yaşar, 2. Eşiyle de mutlu değildir ve bu evlilik de kocasının evi terk etmesiyle son bulur. Üç çocuğu ile beş parasız ortada kalır. Bir başına hayata tutunmaya ve çocuklarını doyurmaya çalışırken,  kısa bir süre sonra üç oğlundan ikisini verem den dolayı kaybeder. Ve yeniden intihar girişiminde bulunur. Tekrar kurtarılır.

Artık onu hayata bağlayan iki şeyden biri evladı, diğeri de şiir yazma tutkusudur.

Şiirler yazar ve dergilere gönderir.

Yıllar sonra, 16 yaşındayken nişanlandığı adam ile karşılaşır ve bir süre görüşmeleri devam eder. 1912 yılında evlenirler ve eşinin görev yaptığı Cidde’ye giderler.

Orada Yaşar Nezihe’yi başka bir sürpriz beklemektedir.  Kocasının Cidde’de iki karısı daha vardır. Yeniden yıkıma uğrar ve sadece 50 gün süren evliliğini bitirip İstanbul’a döner.

1913 yılından itibaren şiirin yanı sıra düz yazılar da yazmaya başlar. Yazıları dönemin kadın dergilerinde ilgiyle izlenir. Hatta bu yazılarını yayınladığı dergide Peçesiz biçimde resmi yayınlanan ilk Müslüman Türk kadınları arasında o da yerini alır.

Yazdığı makalelerde;  kadının toplumdaki değeri, devletin ve erkeğin karşısındaki yeri gibi daha cüretkâr, daha protest tavır ve içreriklere yer vermeye başlar. 

Bu çıkarsamayı belli bir ideolojiye bağlamak ne kadar doğru olur bilinmez ancak, kendi hayatının yoksullukları ve eşitlik talepleri, onun bilerek ya da tam bilmeyerek kendi sosyalist bakış açısını oluşturmasına neden olur. 

Ekim 1917 devriminin de etkisiyle artık bütün şiirlerini ve yazılarını bu eksende yazmaya başlar ve ayrıca ‘Amele Cemiyeti’ne üye olur. 1920’li yıllara gelindiğinde birbiri ardına kurulan sosyalist nitelikli her türlü siyasal yapılanmada yer almaya gayret eder. 

Bu arada Türkiye’nin ilk “1 Mayıs” şiirini yazar ve bu şiir o yılların ‘Aydınlık’ dergisinde yayımlanır. 

Bu ve benzeri şiirleri bir süre daha devan eden Yaşar Nezihe 1925 yılı Haziranında ‘Komünistlik’ suçlamasıyla gözaltına alınır ve bir süre sonra serbest bırakılır. 

Bu olay sonrasında biricik oğlu ile yaşadığı sorunlar giderek çoğalır. Eskisi kadar sık olmamakla birlikte yine yazmayı sürdürür ve nihayet,  

Çok büyük sıkıntılarla, acılarla geçirdiği 89 yıllık onurlu yaşamı 6 Kasım 1971 günü sona erer. (Anısına saygıyla...)

       1 MAYIS                                                          

     “Ey işçi…

Bugün hür yaşamak hakkı seninken

Patronlar o hakkı senin almışlar elinden.

Sa’yınla edersin de “tufeyli”leri zengin

Kalbinde niçin yok ona karşı yine bir kin?

Rahat yaşıyor, işçi onun emrine münkâd;

Lakin seni fakr etmede günden güne berbâd.

Zenginlere pay verme, yazıktır emeğinden.

Azm et de esaret bağı kopsun bileğinden.

Sen boynunu kaldır ki onun boynu bükülsün.

Bir parça da evlatlarının çehresi gülsün.

Ey işçi…

Mayıs birde bu birleşme gününde

Bîşüphe bugün kalmadı bir mani önünde…

Baştanbaşa işte koca dünya hareketsiz;

Yıllarca bu birlikte devam eyleyiniz siz.

Patron da fakir işçilerin kadrini bilsin

Ta’zim ile hürmetle sana başlar eğilsin.

Dün sen çalışırken bu cihan böyle değildi.

Bak fabrikalar uykuya dalmış gibi şimdi.

Herkes yaya kaldı, ne tren var, ne tramvay

Sen bunları hep kendin için şan-ü şeref say…

Bir gün bırakınca işi halk şaşkına döndü.

Ses kalmadı, her velvele bir mum gibi söndü.

Sayende saadetlere mazhar beşeriyet;

Sen olmasan etmezdi teali medeniyet.

Boynundan esaret bağını parçala, kes, at!

Kuvvetedir hak, hakkını haksızlara anlat.”  

Tamirci Çırağı

Merhaba Dostlarım;

Bu gün 1 Mayıs

Ben işçi geliniyim.. Bir ömür tek servetleri ‘iyi evlat’ yetiştirmek olan bir ailenin gelini. 

Kimsenin kimseyi ezmediği,  HAKkın  bir lütuf olarak değil de insana yakışan olarak verildiği, şu kısacık ömürde gelirin tüm emekçilere eşit olarak dağıtıldığı ve en çokta GENÇLERİMİZİN mutlu olduğu bir ülke istiyoruz. 

Cem Karaca’nın şarkısındaki ‘Tamirci Çırağı’nın da mutlu olduğu bir ülke…🌷



Gönlüme bir ateş düştü yanar ha yanar yanar

Ümit gönlumun ekmeği kumar ha kumar kumar 

Elleri ak yumuk yumuk ojeli tırnakları

nerelere gizlesin şu avucun nasırları

Otomobili tamire geldi dun bizim tamirhaneye

Görür görmez vurularak başladım ben sevmeye

Ayağında uzun etek dalga dalga saçları

Ustam seslendı uzaktan oğlum al takımları

Bir romanda okumuştum buna benzer bir seyi

Killi parlak kağıt kaplı pahalı bır kıtaptı

Ne olmuş nasıl olmuşsa aşık olmuştu genç kız

Yine böyle bir durumda tamirci cırağına

Ustama dedim ki bugün giymeyim tulumları

Arkası puslu aynamda taradım saclarımı

Gelecekti bugün geri arabayı almaya

O romandaki hayali belki gercek yapmaya

Durdu zaman durdu dünya girdi içeri kapıdan 

Öylece bakakaldım gözümü ayırmadan

Arabanın kapısını açtım açtım girsin içeri

Kalktı hilal kaşları sordu kim bu serseri

Çekti gitti arabayla eksozuna boguldum

Gözümde tomurcuk yaşlar ağır ağır dogruldum

Ustam geldı sırtıma vurdu unut dedı romanları

İşçisin sen işçi kal giy dedi tulumları


Nisan 25, 2023

Zalimliğiyle ünlü bir Kral

 

Zalimliğiyle ünlü bir Kral, idam cezası verdiği iki mahkumdan birinin canını kendisini çok eğlendirecek bir yolla bağışlamak ister.

Sonra iki darağacı kudurur ve mahkumlardan ikisine de, omuzlarına basacakları, ve güvenebilecekleri birer kişi çağırmalarını ister.

Bir taraftanda ülkenin bilge kişisini de kendince sınamak istemiştir.

Bu yüzden herşey hazır olduğunda yanıbaşına oturtmuştur yaşlı bilgeyi.

Sonrasında mahkumlar kendi seçimleri ve istekleriyle çağırdıkları kişilerin omuzlarına basar ve boyunlarına ipler geçirilir...

Mahkumkardan biri çok güçlü kuvvetli birini çağırmıştır.Diğeri ise kendisinden daha cılız olan arkadaşını çağırmıştır ve onun omuzlarına basmaktadır.

Kral tam o anda sorar yaşlı bilgeye. 

- "Hadi şimdi göster hünerini.Sence önce kim yıkılacak?

Güçlü olanmı? Yoksa şu cılız olanmı?" 

- Yaşlı bilge kendinden emin cevap verir.

-"Güçlü olan çok sürmez yıkılır efendim.Diğer cılız olan ise ölse yıkılmaz.Cılız olanın omuzlarına basan mahkum canını kurtaracaktır.-"

İki saatlik çok çekişmeli geçen ölüm kalım savaşında, güçlü adam yıkılıverir en sonunda.Ve onun omuzlarına basan mahkum darağacında can verir.

Kral şaşkın bir halde sorar yaşlı bilgeye.

-"Nasıl oldu da şu cılız adamın galip geleceğini bildin? Sen gerçek bir bilgesin-"

Yaşlı bilge yerinden kalkmış sevinç içinde arkadaşına sarılan ve canını kurtaran mahkuma bakar ve Kral'a şöyle der.

-"Bunu bilmemin bilge olmakla alakası yoktur.

İki mahkum darağacına çıkarılmadan önce onları dikkatle izledim.Kendi istekleriyle çağırdıkları adamlar yanlarına geldiler.Biri çağırdığı güçlü adama bir kese altın verdi.Belliki parasıyla tutmuştu onu, canını kurtarabilmek için.

Bunun için o adamın güçlü vücudunun kâfi geleceğini düşünüyordu.

Diğeri ise uzun uzun sarıldı arkadaşına.Birlikte gözyaşı döktüler.Sonra o cılız adam yeminler etti arkadaşına.

Ölsem yıkılmam diye.

Gerçek birer arkadaş olduklarını anladım o anda... Ben sadece menfaat üzerine kurulan şeylerin çok uzun sürmeyeceğini bildim efendim... "

-Menfaat üzerine kurulan herşey, yıkılmaya mahkumdur...

Anonim

Alıntı

Zaman Algısını Tamamen Kaybetti

 

Bir Mağarada 500 Gün Boyunca Tek Başına Yaşayan Kadından "Hayatı Sorgulatan" Açıklama: Zaman Algısını Tamamen Kaybetti!

İspanyol atlet Beatriz Flamini, yerin 70 metre altındaki bir mağarada 500 gün boyunca tek başına yaşadı. Bu süreçte hissettikleri, bilim dünyasına insan psikolojisi hakkında önemli detaylar sunabilir.

İzolasyonun en uç noktasının bir insana nasıl hissettirdiğini göstermek için deneyimlerini not aldı. Ortaya çıkan sonuçlar, insanın zaman algısı için şaşırtıcı detaylara yer verdi.

En büyük detay ise aslında henüz mağaradan ilk çıkışında kendisini gösterdi. 12 Eylül’de mağaradan çıkan Flamini, bulunduğu yerden erken çıkarıldığını düşündü. Gazetecilere deneyimlerini anlatan Flamini, mağarada sadece 160-170 gün kadar kaldığını sandığını paylaştı. Fakat 500 günün tamamını doldurmuştu.

Flamini, mağarada kaldığı süre boyunca kendi yaşamını kendi elleriyle sürdürdü. İstediği şeyi istediği zaman yedi, istediği zaman uyudu, istediği zaman resim çizdi… Peki, zaman algısını nasıl yitirdi?

Zamanın ilerleyişini hissederken rol oynayan etmenler yalnızca Güneş’in doğumu ve batımıyla sınırlı değil. Hissettiğimiz duygular ve etrafımızdaki değişiklikler de zaman algımıza büyük ölçüde destek oluyor.

Ayrıca yaşadığınız anılar ve bu anıların ne kadar süreyi kapsadığı da kendi biyolojinizde bir zaman algısı oluşması için temelleri atıyor. Bir olayın ‘x’ süre boyunca süreceğini biliyor, etrafımızdaki her bir etmenle bu sürenin tutarlılığını devamlı değiştirebiliyoruz.

Hiçbir insanla konuşmadığınız, istediğiniz her şeyi istediğiniz an yaptığınız, gündemi takip etmediğiniz, ‘bugün şunu yapacağım’ demediğiniz bir ortamda kalırsanız, beyniniz artık zaman kavramını unutmaya başlıyor.

Peki Flamini bu deneyi neden yaptı?

50 yaşındaki Flamini, insan zihninin ve vücudunun aşırı yalnızlıkla nasıl başa çıktığı hakkında daha fazla şey öğrenmek ve bilim dünyasına katkıda bulunmak istedi. Elbette bu deneyini tek başına da gerçekleştirmedi.

Famini, deney boyunca Almaria, Granada ve Murcia Üniversitelerinden bilim insanları tarafından takip edildi. Ara sıra kendisiyle iletişim kuruldu. Flamini'nin notları henüz paylaşılmadı.

Alıntı-Cenk Cengiz