Haziran 07, 2023

Can Yücel 1973 yılında evliliğe bakışını şu sözlerle anlatır...

 

Evlilik, inanmadığım halde içerisinde 
17 seneyi bitirdiğim bir kurum benim için. 
17 senede (abartmıyorum) 40 çift arkadaşımın son verdiği kurum aynı zamanda da… 

Evliliğimin bu kadar uzun sürmesinin gizi 
belki de kuruma inanmamaktan geçiyor. 
Evliliği toplumun dayattığı şekilde yaşamamaktan… 

Nedir bu dayatmalar? 
Erkeğin muhakkak kadından yaşça büyük olması, eğitim seviyesinin erkeğin lehine ya da en azından eşit olması bunların sadece ikisi. Olmaz, yürümez diyor toplum… 

Erkek yaşça büyük olmalı ki, kadına ‘höt’ dediğinde oturmalı kadın… 
Ya da yumuşatıyorlar; efendim kadın erkekten önce çöktüğü için (hani doğum falan) küçük olmalıymış yaşı… 

Eğitimde de böyle… 
Kadının çok okumuşu bilmiş olurmuş, evde kalmakmış layığı! 
Eşim benden 2 yaş büyük; ne ‘höt’ dememe gerek kaldı 17 senede, ne de benden önce çöktü… 

Yıllar içinde ben yaşlandıkça o gençleşti.
‘Ooo Can Bey kapmışsınız çıtırı’ esprilerine muhatap dahi oldum.
Eşim 3 üniversite bitirdi; ben bi taneyi 
9 senede bitirdim… 
Ne o bana bilmişlik tasladı, ne ben ona ezik baktım…

Sebepsiz sevmektir aşk,
nedeni olmadan bağlanmak birine.
Gözlerine baktığında erimektir içten içe🙏🙏💖💖

Can YÜCEL Anısına Saygıyla

Haziran 05, 2023

Haziran 03, 2023

Güzel Şermin

 

Türkiye’nin ünlü yazarlarından Nazlı Eray’ın annesiydi. Eski Bağdat Büyükelçisi Tahir Lütfi’nin tek kızı.. 17 yaşındaydı. Güzelliği dillere destandı.

Nazlı Eray onu “su damlası gibi güzel kız” diye anlatıyor “Bir Rüya Gibi Hatırlıyorum Seni” adlı kitabında (Doğan Kitap, 2013). Kitabın kapağında fotoğrafı var. Öyle bir fotoğraf ki, İran Şahı Rıza Pehlevi gördüğü anda vuruluyor.

Irak’ta bir fotoğrafçı (Foto Arşak) yaklaşık 60 yıl süreyle o fotoğrafı vitrinde sergiliyor. Ta ki, ABD’nin Bağdat’a yaptığı hava operasyonu ve sonrasında çıkan iç kargaşa sırasında vitrin isabet alana kadar…

Peki, Şah Rıza Pehlevi, Şermin’den nasıl haberdar oluyor?

1930’lu yıllar.. Atatürk'ün silah arkadaşlarından, Türkiye’nin Bağdat Büyükelçisi Tahir Lütfi’nin (Tokay) kızı Şermin zaman zaman babasıyla birlikte resepsiyonlara katılıyor. Bazen de Türk Büyükelçiliğinde kokteyl veriliyor. Gelip gidenler, onu görenler güzelliğini dilden dile taşıyor. O dönemde tenis oynaması, sosyal aktivitelere katılması Şermin’in popülaritesini iyice artırıyor. Kısa zamanda ünü komşu ülke İran’a kadar yayılıyor.

O sırada Şah Rıza henüz Prenses Süreyya ile evli değil. Şah, Avrupa sosyetesi ve ABD’de oldukça popüler. Hollywood yıldızları ile görüşüyor, magazin dergilerinde sık sık haberleri yer alıyor.. Yakınları ona Şermin’den söz ediyor. Fotoğrafını gösteriyorlar.. Sonra bir resepsiyonda karşılaşma.

İlk görüşte vuruluyor Şah Pehlevi.. Zaman kaybetmeden Şermin’in ailesine küçük bir ahşap sandık gönderiyor. İçi zümrüt takılarla dolu. Kolyeler, küpeler, bilezikler. Bu bir aşk ilanı. Hatta daha ilerisi: Evlilik teklifi…

Türkiye’nin Bağdat Sefaretinde Şermin’in ailesini ziyaret eden Şah’ın yakınları, sandığın kapağını açarak “Bu sandığı kabul etmeniz, ya da buradan bir takı almanız, evlilik teklifini kabul ettiğinizi gösterecek” diyor.

Ama Şermin’in aklında ve daha önemlisi kalbinde Şah yok. İstemediğini söylüyor.

Mücevher sandığı, içerisinden hiçbir parça alınmaksızın geldiği gibi geri gönderiliyor.

Şah heyecanla “görücülerin” dönüşünü bekliyor. Ama “evet” yanıtı yerine sandığın geri döndüğünü görünce kalbinden vuruluyor.

Ve bu olaydan uzunca bir süre sonra Prenses Süreyya ile evleniyor.

Şah Rıza Pehlevi’nin karşılıksız aşk hikâyesi, yazar Nazlı Eray’ın son kitabı ile birlikte ortaya çıktı.

Nazlı Eray’la görüştük. Bu yazıyı tamamen onun verdiği bilgiler ışığında kaleme aldık.

Eray’a “anneniz size bu hikâyeyi anlatmış mıydı” diye sorduk: “Defalarca” dedi.

Peki, Rıza Pehlevi’yi reddettikten sonra Şermin’in yaşadığı süreç.

Nazlı Eray onu da kitabında şöyle anlatıyor:

Gençken, Bağdat’ta sefir kızıyken pek çok kişinin âşık olduğu annem, sonunda onu Ankara’da Güvenevler’deki iki katlı villanın bahçesinde görüp âşık olan babamla evlendi. Babam ona buket buket kırmızı güller yollamıştı uzun süre. Düğünleri Ankara’da Karpiç’te yapılmıştı.”

Zümrüt takılar değil, buket buket kırmızı güller…

İşte Nazlı Eray’ın “eşsiz yemyeşil gözlere ve duru bir güzelliği sahip” diye anlattığı annesi Şermin’in kalbini çalan buydu.

Belli ki Şah, Şermin’i etkilemek için yanlış bir yöntem seçmişti!.. 

BİR AŞIK DA BAĞDAT'TA..

Sadece Şah Rıza Pehlevi değil, Kerkük Türklerinden zengin bir ailenin oğlu da Şermin’e vurulmuştu.. Bağdat Tıp Fakültesinde okuyan genç, Şermin’i görmek için her fırsatı değerlendiriyor; resepsiyonlara, toplantılara katılıyordu.

Ama Şermin onun aşkını da karşılıksız bıraktı.

💫İşte o genç, daha sonra Türkiye’ye yerleşti. Hacettepe Üniversitesi ve Bilkent Üniversitesini kurdu. Yüksek Öğretim Kurulu Başkanlığını yaptı. Sadece Türkiye’nin değil bütün dünyanın sevgisini ve takdirini kazandı.

Avrupa ve Amerika’daki birçok üniversitede öğretim üyeliği, Uluslararası Yükseköğretim Konferansı Başkanlığı yaptı. Dünya Sağlık Örgütü tarafından Kamerun- Yaounde, Nijerya-İfe, Brezilya-Brasilia ve Kanada-Sherbrooke’da tıp fakültelerinin kurulması ve eğitim programlarının düzenlenmesinde danışman olarak görevlendirildi. O gencin adı İhsan Doğramacı’ydı.. Türkiye’de üniversite denince akla gelen ilk isimlerden biri.

Prof. Dr. İhsan Doğramacı, Şermin’e olan aşkını ölümünden 2 yıl önce kızına anlattı.

Kızının adı da Şermin’di. Bu adı kavuşamadığı aşkının anısı için koymuştu.

Doğramacı’nın ölümünden sonra kızı Şermin, Nazlı Eray’ı telefonla aradı. Bir öğle yemeğinde bir araya geldiler. Şermin o yemekte, babasının ölmeden önce kendisine anlattığı sırrı açıkladı. Adını Nazlı Eray’ın annesinden aldığını. Babasının ona duyduğu platonik aşkı.

(MEHMET ÇETİNGÜLEÇ,  Al-Monitor, 20 Haziran, 2014)

Haziran 02, 2023

HİÇBİR ŞEYİ İÇİNİZE ATMAYIN

 

 “Benim gibi sağlıklı birine nasıl uğradı bu hastalık? Doktor, ‘Kent yaşamı, hava kirliliği, baz istasyonları gibi çevresel faktörler’ diyor. Bence asıl neden ‘duygusal". İçime gömdüğüm öfke, üzüntü, kırgınlıklar... Hep vermeye çalışmış, hiç almamışım. ‘Kuvvetliyim’ demişim. Oysa bu bir kibir. Orman yangınlarını, hayvanlara yapılan eziyetleri, kadın ve çocuklara uygulanan şiddeti... Çok içselleştirmişim. Oysa duyarlı olmak ile duygusal olmak arasında bir denge var. Dengeyi kaçırmış, kendime zarar vermişim. ‘Neşemle aşarım’ demişim. Söylemek istediğim çok önemli bir şey var: ‘Duygularınıza dikkat edin. Her şeyi siz halledemezsiniz. Çare olamayacağınız şeylere üzülmeyeceksiniz. İçinize atmayacaksınız.’"

BAŞKALARININ NE DEDİĞİ ÖNEMLİ DEĞİL

İNSAN, hastalıklara moralin iyi geldiğini biliyor da mutsuzluk, fedakârlık, toksik ilişki, üzüntü, öfke ve sıkıntıların hasta edebileceğini düşünmüyor hiç. Kendi kanser sürecimden böyle bir ders çıkarmıştım. Sosyolog ve uzman psikolog, Dr. Serap Duygulu da bana katılıyor ve bastırılmış duyguların fiziksel hastalık yaratabileceğini, duygularınızın farkında olmanın kıymetli olduğunu belirterek şöyle anlatıyor: “Bu farkındalığa ‘üst biliş’ denir. Oysa küçüklükten beri bize öğretilen şu: “Duygularını başkalarına asla belli etme. Güçlü ol.” Oysa her koşulda güçlü olmak, ‘Her şeyi kendim, tek başıma başarabilirim’ düşüncesi ve yanı sıra sözel yolla ifade edilemeyen, konuşulmayan sıkıntı, öfke, kırgınlık, içe atılan, biriktirilen her tür his bir süre sonra beden üzerinde kendini fark ettirir. Hastalık olarak geri döner. İnsan psikolojisi görünmezdir ama görünür sonuçları vardır.”

YARDIM İSTEYİN

“Üzgünseniz üzgün, öfkeliyseniz öfkeli olduğunuzu dışa yansıtmalısınız. Yüzünüz gülerken içiniz kan ağlamamalı! Yardım istemekten çekinmemelisiniz. Bazen ‘aciz’ olmak da ‘yorgun’ olmak da insana özgüdür. Her zaman güçlü olamazsın. Mesela, bir çocuk yere düşüyor, canı yanıyor: ‘Ağlanır mı?’ ya da ‘Erkek adam ağlamaz’, ‘Buna mı üzüldün?’ diyoruz. Duygularını saklamasını, bastırmasını öğretiyor, bekliyoruz. Oysa bu yanlış. Toplum tarafından anlaşılmadığını düşünen kişi bir süre sonra kendi ile savaşmaya başlar. Bu da insanı hasta eder, direncini düşürür.”

“Sosyal medyada herkes mutlu, kusursuz. Oysa insan tüm mutsuzlukları, acizlikleri, yanlışları, korku ve kaygıları yani her tür duygusu ile bütündür. Herkesin sizi beğenmesine, onay vermesine ihtiyacınız yok. Ki en mükemmelini yapsanız bile illa bir ‘kötü’ konuşan çıkar. Bu sebeple önce ne hissettiğinizin farkında olun, sonra da sadece en sevdikleriniz yanınızda olsun, yeter. Atın yüklerinizi omzunuzdan! Yardım istemekten çekinmeyin! Eleştiri kadar övgüyü de kabul edin, aşırı tevazu göstermeyin.”

Billur Kalkavan (nurlarda uyu özel ruh♥️)