Haziran 14, 2023

Behiye Aksoy

Doğum Yeriİstanbul / Türkiye
Doğum Tarihi19.09.1933 / 31.05.2015

Behiye Aksoy, 19 Eylül 1933'te İstanbul'da doğdu. Annesi ve halasının müziğe aşina olmaları, piyano ve ud çalmalarından ve Müzeyyen Senar ve Münir Nurettin Selçuk'un o devirlerdeki siyah-beyaz filmlerde söylediği film şarkılarından feyiz alıp müziğe olan sevdası kendisiyle birlikte büyüyerek ortaokulu bitirdikten sonra Ankara Radyosu imtihanına girdi. 200 kişi arasından seçilip 1948 yılında stajyer olarak girdiği radyoda repetitör muavinliğine kadar yükseldi. 

Maksim Gazinosu tarihinde, Zeki Müren'le yarışan tek kadın rakiptir. Platin rengi saçları, şık kostümleriyle kendisinden sonra yetişen şarkıcılara öncülük etti. Karekteristik hareketleri, sahnedeki büyük dehası daima ayakta alkışlandı. Plakları öyle çok ilgi gördü ki sanatçıya başarılarından ötürü altın plak değil platin taç armağan edilirdi. Müziği bıraktığı 80'li yıllara kadar daima sevilen ve gözde sanatçılardan olmayı başardı. 

Halil Aksoy ile olan evliliğinden Ahmet Kazım isminde bir oğlu vardır. Sanatçı ayrıca Berker İnanoğlu ve Fahrettin Aslan'la evlenip ayrılmıştır. 1967 yılında Kederli Günlerim, 1973 yılında Falcı isimli Türk filmlerinde baş rolde oynamıştır. 2001 yılında alzheimer hastalığına yakalanan sanatçı, 2011 yılında birikimlerinin tamamını elinden çıkartarak huzurevinde yaşamayı tercih etmiştir. Aralık 2014'te yoğun bakıma alınmıştır. 

31 Mayıs 2015'te hayatını kaybetmiştir. 3 Haziran'da Zincirlikuyu Mezarlığı'nda toprağa verildi. 

nurlarda uyu güzel ses♥️ Aşağıya da ekledim bir şarkısını 🌷



Haziran 12, 2023

TAHİR İLE ZÜHRE HİKÂYESİ

 

Eskiden zengin ve güçlü, fakat çocuk sahibi olamayan bir padişah vardır. Padişahın vezirininde çocuğu olmamaktadır. Adaklar adanmış, ülkenin dört bir yanından hekimler çare aramış ise de nafile. Padişah ile veziri çare aramak için dolaşırlarken yolda bir dervişle karşılaşırlar. Derviş padişah ile vezirinin dertlerini anlar ve onlara bir elma ikiye bölüp verir. Birinin kızı, diğerininde oğlu olacağını, isimlerinide Zühre ve Tahir koyarak çocukları birbiri ile evlendirilmelerini söyler.

Bir müddet sonra padişahın kızı, vezirin ise oğlu olur. Dervişin sözünü hatırlayan padişah kızının adını Zühre, vezirde oğlunun adını Tahir koyar. Birlikte büyüyen çocuklar gençlik çağına geldiğinde birbirlerine aşık olur. Padişah ve vezirin onayı ile düğün hazırlıkları başlar. Ancak çocukların evlenmesine kısa bir süre kalmışken Karadiken isminde bir köle, Zühre’nin annesini kandırırak evliliğe karşı çıkartır. Karadiken ile Zühre’nin annesi çeşitli yollara başvurarak Padişahı çocukların evlilik kararından caydırır. Ancak Tahir ile Zühre gizli buluşmalara başlar, bunu farkeden köle Karadiken durumu padişaha bildirir, bunun üzerine padişah Tahir’i Mardin Kalesine zindana hapseder.

Tahir yedi yıl zindanda kaldıktan sonra kurtulup memleketine döner. Bu arada Zühre başkası ile evlendirilecektir. Zühre’nin evlendirileceğini öğrenen Tahir, bir aşık kıyafetiyle padişahın sarayındaki düğüne gider. Burada Zühre ile görüşür ve kaçmak için karar verirler. Zenci köle Karadiken Tahir ile Zühre’nin kaçağını öğrenir ve padişaha haber verir. Tahir ile Zühre kaçarken saray muhafızları tarafından yakalanır. Padişah, bu duruma o kadar sinirlenmiştir ki Tahir’in lime lime doğratır. Bunu duyan Zühre’de çılgına döner babasına ve annesine beddua ederek parçalanmış halde olan Tahir’in üstüne kapanıp;

Hey tatarlar tatarlar,
Birbirine ok atarlar,
Çarşıda et tükenmiş,
Tahir etin satarlar.

diye ağlayarak Tahir’in yanında oracıkta ölür. Zühre’nin bedduası ile babası ve annesi de yanarak ölür. Zenci köle Karadiken de iki gencin arasına düşer, alev alev yanmaya başlar. İki sevgili yan yana gömülür, Zühre’nin mezarında beyaz bir gül, Tahir’in mezarında ise kırmızı bir gül biter. Aralarında bulunan zenci köle Karadiken’in mezarından biten çalı, bu iki gülün birbirlerine kavuşmalarına mani olmaktadır.



Haziran 11, 2023

Belgin DORUK

 

ACILARIN KÜÇÜK HANIMEFENDİSİ...

Ne yaparsan yap, kaderin önüne geçemiyorsun...

Tatlı başlayan hayatlar...

Ne yazık ki, bazen acı bitiyor...

Genç Cumhuriyet’in peş peşe sergilediği...

Büyüme hamleleri arasında gözlerini başkentte açtı...

Babası Gazi Çiftliği’nde ziraat mühendisiydi...

Annesi “bebeği gamzeli olsun” diye...

Her gün üç öğün “ayva” yiyordu...

Belki inanmayacaksınız ama...

Kara kaşlı, kara gözlü o kız bebek...

Gerçekten “gamzeli” dünyaya geldi...

Yaradan, bonus olarak...

Dudağının sol yanına O’na çok yakışan bir de “ben” kondurmuştu...

Sinemaya meraklı anne...

O güzel bebeğe “maşallah” çeken herkese...

“Benim kızım film yıldızı olacak” diyordu...

Anne Refet Hanım’ın duaları kabul oldu...

—-

O minik kız...

Daha dört yaşındayken artistleri taklit etmeye başladı...

Çünkü, annesi o yaşta kızını sinemaya götürüyordu...

Ortaokulu bitirirken...

Babasının onca itirazına rağmen...

Annesi, o güzeller güzeli kızını...

“Artist Dergisi”nin açtığı yarışmaya soktu...

16 yaşındaki gamzeli kız...

Onca yarışmacı arasında birinci olmuştu...

Ne ilginç rastlantıdır ki...

Ayhan Işık da o yarışmada...

Erkekler dalında kral seçilmişti...

Takvimler 1952 yılını gösteriyordu...

Jüride Yeşilçam’ın istikbal vaat eden yönetmeni Faruk Kenç vardı...

Yarışmanın birincisi gamzeli kıza...

İlk gördüğü gün abayı yakmıştı...

O güzelliği ile baş döndüren kızın da gönlü yakışıklı yönetmene düşmüştü...

“Biz evlenmeye karar verdik!” dedikleri gün...

Kız okula veda etti...

Öylesine acele evlendiler ki...

Gamzeli, gelinlik bile giyememişti...

Aralarında 26 yaş vardı...

Bu ayrıntı...

Küçük gelinin umurunda bile değildi...

—-

Yeşilçam’ın “yanağı benli” güzeli...

18’inde evlendi; 19’unda anne oldu...

Yönetmen kocası, “Aldır bebeği, yoksa oyunculuğun biter!” dedi...

Kıyamadı yavrusuna...

Kürtaja karşı çıktı...

Kendisi gibi güzeller güzeli bir kız bebek dünyaya getirdi...

Sanki...

Bundan sonra kendisinin...

Hiç ama hiç gülemeyeceğini hissetmiş gibi...

Yavrusuna “Gül...” adını koydu!

—-

1950’li yılların ilk dilimlerinde...

Gamzeli Güzeli, kimseler tutamadı...

Yeşilçam’ın adeta “tanrıçası” olmuştu...

1955 ila 1965 arasında...

Sadece Zeki Müren’le...

Altı filmde başrolü paylaştı...

Hasılat rekorlarıyla birlikte...

İzdihamdan sinemaların kapıları da kırılıyordu...

—-

Ama en çok Ayhan Işık’la oynadı...

En az 20 filmde birlikte oldular...

1960’lı yıllarda...

Türkiye’nin şahane bir “yıldızları birbirine yakıştırma” huyu vardı...

Vatandaşın yarısı...

Gamzeli Güzeli, Ayhan Işık’ın yanında...

Diğer yarısı da...

Sarışın aktör Göksel Arsoy’un kolunda görmek istiyordu...

Ancaaak...

En güzel, en kalıcı rolü ise...

Ömrü boyunca adıyla özdeşleşen...

“Küçük Hanımefendi” oldu...

Ve o...

Zengin babanın burnu havada şımarık güzel kızı rolü...

Bi’daha hafızalardan hiç silinmedi...

Hatırlayın...

58 yıl önce çekilen “Küçükhanım Avrupa’da” filmi...

Hala...

Nasıl da keyifle seyrediliyor!

—-

Çok güzeldi...

Oyun gücü, Allah vergisiydi...

Gamzeleri şahaneydi ve...

Yanağında bir “ben”i vardı...

O “ben”, sanki alameti farika’ydı...

—-

Güzel günler geride kalıyor...

Evde işler kötüye gidiyordu...

Faruk Kenç’ten ayrıldı...

Dört yıllk evlilik, tek celsede sona erdi...

—-

Başaramadığı bi’şi daha vardı...

Kızı doğduktan sonra aldığı kiloları veremedi...

Acil zayıflaması gerekiyordu...

O tarihte...

Eczanelerde yasal olarak satılan...

Zayıflama haplarını içmeye başladı...

İşte o gün...

Dönüşü olmayan bir yola girdi...

Zayıflama hapları ne yazık ki...

İçenlere geçici bir mutluluk hali veriyordu...

Gidişat hiç de iyi değildi...

—-

Her şeye rağmen...

Yeşilçam’ın Gamzeli Güzeli...

1960’lı yıllara hızlı girdi...

Şanslıydı...

O günlerin yıldızlar dünyasındaki çekici erkeklerinden...

Senarist ve yapımcı Özdemir Birsel’e vuruldu...

Hemen evlendiler...

Film teklifleri üst üste geliyordu...

Balayına bile çıkamadılar...

Bir kaç yıl sonra...

Oğlu Aydın’ı kucağına aldı...

—-

Gelgelelim...

Bir türlü zayıflayamıyordu...

Bir an önce kilo verebilmek için...

Takviye amaçlı...

Başka zayıflama hapları kullanmaya başladı...

Kullandığı ilaçların yan etkisiyle...

Sinir sistemi allak bullak oldu...

—-

70’lerde sinemada seks furyası başlayınca...

Sahneye çıkmaya karar verdi...

Zeki Müren’den ders aldı...

Çakıl Gazinosu’nda sahneye çıkacaktı...

Ve ne oldu biliyor musunuz?

Genel provada seslendireceği şarkıları unuttu!

O gün şarkıcılık hevesi sona erdi...

Dertlerin sıraya girdiği o günlerde...

Yaşadıkları yetmezmiş gibi...

Kocası iflas etti...

Evine icra geldi...

Şişli’deki Fransız Hastanesi’ne kaldırdılar...

O güzel kadına...

Milyonların sevgilisine...

Deli muamelesi yaptılar...

O gece bir kutu uyku hapı içti...

Sessizce ölmek istiyordu...

Zor kurtardılar...

—-

Taburcu olduktan sonra...

Kendini eve kapattı...

Zayıflama hapını kullanmayı bıraktığı için...

120 kiloya çıktı!

20 yıllık kariyerine 78 film sığdırdı...

1972’de oynadığı “Gecekondu Rüzgarı” son filmi oldu...

Bi’daha kameraların karşısına geçmedi / geçemedi...

Yönetmenlerin, “Motor” diye seslenmesine hasret kaldı...

Kalp yetmezliğinden vefat ettiğinde...

59 yaşındaydı!

—-

Belgin Doruk...

Türk Sineması’nın gerçek “Küçük Hanımefendi”siydi...

En çok “hastalanmak”tan korkardı; korktuğu başına geldi...

En çok “yaşama sevincini kaybetmek”ten koktuğunu söylerdi... Korktuğu başına geldi...


Mehmet Karabel

Haziran 07, 2023

Can Yücel 1973 yılında evliliğe bakışını şu sözlerle anlatır...

 

Evlilik, inanmadığım halde içerisinde 
17 seneyi bitirdiğim bir kurum benim için. 
17 senede (abartmıyorum) 40 çift arkadaşımın son verdiği kurum aynı zamanda da… 

Evliliğimin bu kadar uzun sürmesinin gizi 
belki de kuruma inanmamaktan geçiyor. 
Evliliği toplumun dayattığı şekilde yaşamamaktan… 

Nedir bu dayatmalar? 
Erkeğin muhakkak kadından yaşça büyük olması, eğitim seviyesinin erkeğin lehine ya da en azından eşit olması bunların sadece ikisi. Olmaz, yürümez diyor toplum… 

Erkek yaşça büyük olmalı ki, kadına ‘höt’ dediğinde oturmalı kadın… 
Ya da yumuşatıyorlar; efendim kadın erkekten önce çöktüğü için (hani doğum falan) küçük olmalıymış yaşı… 

Eğitimde de böyle… 
Kadının çok okumuşu bilmiş olurmuş, evde kalmakmış layığı! 
Eşim benden 2 yaş büyük; ne ‘höt’ dememe gerek kaldı 17 senede, ne de benden önce çöktü… 

Yıllar içinde ben yaşlandıkça o gençleşti.
‘Ooo Can Bey kapmışsınız çıtırı’ esprilerine muhatap dahi oldum.
Eşim 3 üniversite bitirdi; ben bi taneyi 
9 senede bitirdim… 
Ne o bana bilmişlik tasladı, ne ben ona ezik baktım…

Sebepsiz sevmektir aşk,
nedeni olmadan bağlanmak birine.
Gözlerine baktığında erimektir içten içe🙏🙏💖💖

Can YÜCEL Anısına Saygıyla