Haziran 30, 2024

Nazım’ın Memet’i

 Evvel zaman içinde;

💫Nazım Hikmet’in bir oğlu  Memet (babasının deyişiyle) vardı.. Nazım Hikmet - Münevver Andaç çiftinin oğlu Mehmet Nâzım, 1951 yılında dünyaya geldi. Ancak Nâzım Hikmet oğlu üç aylıkken Türkiye’den ayrılmak zorunda kaldı. Mehmet Nâzım babası Nâzım Hikmet hakkında yaşamı boyunca hiçbir açıklama yapmamıştı.

♥️Nâzım Hikmet, Bulgaristan’ın Varna kentinde oğlu için yazdığı ‘Mehmet’ şiirinde ona olan özlemini şu dizelerle anlatıyordu;

Karşı yaka memleket, sesleniyorum Varna’dan, işitiyor musun?Memet! Memet! Karadeniz akıyor durmadan, deli hasret, deli hasret, oğlum, sana sesleniyorum, işitiyor musun? Memet! Memet!

💫Nâzım Hikmet 1951’de Türkiye’den ayrıldığında Mehmet Hikmet birkaç aylıktı. Nâzım “Yeşil gözlüm/ kucağında üç aylık bıraktım Memedimi/ gülmeyi az çok beceriyordu/ ona baba demeyi öğrettin mi?” diye yazmıştı.

♥️Münevver Hanım, kızı ve oğluyla 60’lı yıllara kadar İstanbul’da yaşadı. Polis baskısı, geçim derdi; hayat kolay değildi. Önce deniz yoluyla Yunanistan’a, sonra Polonya’ya göçtüler. Ardından yaşamları Fransa’da devam etti.

Mehmet Hikmet bizim için Nâzım’ın başucundaki fotoğraflarda gördüğümüz çocuktu; daha önemlisi, hasret şiirlerinde seslendiği oğlu. Sohbetimizin odağında daha çok o çocuk vardı: Babasına şiir yazan, resimler yapan.

“Nâzım Hikmet doğduğunda ona verilen ad Mehmet Nâzım. O zamanki geleneklere göre babasının adıyla da anılıyor: Mehmet Nâzım Hikmet olarak. Soyadı Kanunu çıktığı zaman Ran soyadını alıyor ama bu soyadını günlük yaşamında ve eserlerinde kullanmadı. Yurtdışına çıktığında ve Sovyet pasaportunu aldıktan sonra kullandığı resmi ad Nâzım Hikmet. Evlilik kâğıdında da ölüm kâğıdında da böyle yazar. Mehmet Hikmet ise Ran soyadını zaten almamış. Resim yaparken, sergilerinde Mehmet Nâzım adını kullanmış olabilir. Ama resmi ve bilinen doğru adı Mehmet Hikmet’tir.”

💫Münevver Hanım, Rusya’ya gidişinin ardından Nâzım Hikmet’e yüzlerce mektup yazdı. Yazdığı her mektubu numaralandırıyordu.

En son 765. mektubu gönderdi ve mektuplaşmalar onlar Varşova’ya gittikten sonra da devam etti.

♥️Her mektup kültürel paylaşımın sahnesiydi. Münevver Hanım tiyatrodan, konserlerden, sinemadan, okuduğu-çevirdiği kitaplardan ve elbette hayatından söz ediyordu. Mektupları pek çok şiire konu oldu. Örneğin İstanbul’dan bir mektubunda çocukları Gülhane Parkı’na götüreceğini anlatmıştı. 1957 tarihli Ceviz Ağacı şiiri bu mektubun ardından yazıldı. Nâzım, bir ceviz ağacının üstünden sevgilisine, küçük Mehmet Hikmet’e ve İstanbul’a bakıyordu:

Yapraklarım gözlerimdir, şaşarak bakarım  Yüz bin gözle seyrederim seni, İstanbul’u  Yüz bin yürek gibi çarpar yapraklarım  Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı’nda  Ne sen bunun farkındasın ne polis farkında.”


💫Mehmet Hikmet de babasına mektuplar yazıyor, yaptığı resimleri gönderiyordu. Bir mektubunda “Size Varşova Kalesi’ni çizdim, bakalım beğenecek misiniz?” diye soruyordu, 

💫Paris’te yaşayan ressam arkadaşı Utku Varlık, Cumhuriyet gazetesine verdiği röportajda “babasına katiyen şiir yazmadı” dese de Mehmet Hikmet’in şiir yazmayı sürdürdüğünü anlattı: “Bir gün Mehmet ‘İlginç bir Rus şair var, çevirisini sana okumak istiyorum’ dedi. Okudu, ‘müthiş, bu şairi Türkiye’de tanıtmak gerekir’ dedim ve yüreklendirdim. Sonra 10-15 şiir daha getirdi ama Rus şair diyor hâlâ… Ben anladım onun yazdığını. ‘Mehmet bu şiirler senin’ dedim. Mehmet hemen uzaklaştı şiirden ve şiirlerini saklamaya devam etti.”

♥️Bir de resimleri var tabii. Mehmet Hikmet Fransa’da sanat akademisinde eğitim almıştı ve ölümüne dek resim yaptı: Mahkûmları resmetti; padişahlar, peygamberler serisi vardı. Melih Güneş’e göre “Günümüzün Mehmet Siyah Kalem’iydi”, Utku Varlık da eserlerinde ondan etkilendiğini anlatır. Ne var ki, resimleri de bize yabancı, onları derinlemesine görme imkânımız olmadı. Yakın dostu Gündüz Vassaf’ın kitaplarının kapaklarında tablolarından detayların yer aldığı pek bilinmez. Resimleri de yeniden Türkiye’de sergilenir mi?

♥️En başta söylediğimiz gibi, susma hakkını kullandı Mehmet Hikmet. Herkesin dökülüp saçılmaya meylettiği bir çağda, yalnızca dostlarının hafızalarında iz bırakarak, sessizlik içinde gitti. Ardında büyük bir merak bırakarak. Merak, dünyaya mâl olmuş bir babanın oğlu olduğu için de değil.

Ne yaşamı ne de babasıyla ilişkisi hakkında konuşmadı. Röportaj, fotoğraf vermedi. 

14 Ekim 2018 de Fransa’da öldü.

Yakınlarınca hazırlanan Gary Copper’lı ölüm ilanında bile bir anlamda kendini sakınmayı bildi. (Alıntı)



Haziran 28, 2024

ZAHİDEM TÜRKÜSÜ HİKAYESİ..

 

♥️Bu sevdanın başkahramanı Arap Mustafa, 1901 yılında Orta Hacı Ahmetli Köyü'nde doğar. Anne babasını küçük yaşta kaybedince akrabaları tarafından büyütülür. Ona bu lakabın verilmesinin nedeniyse yörede meşhur olan 'Koca Oyunu'nda Arap rolünü oynamasıdır.Çok küçük yaşlarda kimsesiz kalmasından dolayı da Yukarı Hacı Ahmetli Köyü'ndeki Hacı Bürozade Mehmet adlı ağanın yanında çalışır. On iki yıl hizmet ettiği bu evin kızı Zahide'ye âşık olur, kimselere de söylemez sevdasını. Sır gibi saklar. 

♥️Gel zaman git zaman dayanamaz ve yakınlarına anlatır içindekileri. Onlar da ağadan kızını ister. Fakat ağa, Arap Mustafa'nın kapılarında bir azap olmasından dolayı Zahide'yi vermez.Gönlünde bu sevdayla yanarken Arap Mustafa askere gider. O vatani görevi yerine getirirken ağa, Zahide'yi Molla Hasan ile evlendirir. Hemşerilerinin vasıtasıyla Zahide'nin haberini alan Arap Mustafa, çaresizce sevdasını dizelere döker."Zahide'm kurbanın olam nolacak halım Gene bir laf duydum kırıldı belim Gelenden gidenden haber sorarım Zahide bu hafta oluyor gelin"

♥️♥️Kırşehir'de kulaktan kulağa yayılan bu sevdayı anlatan dizeler ozanlar, abdallar tarafından söylenir. Fakat hem Zahide hem de Arap Mustafa yaşadığı ve başka insanlarla evli olduğu için açıktan söylenmez. Neşet Ertaş, on üç yaşlarındayken bir köy düğününde bu şiir eline verilir. Arap Mustafa ve Zahide'nin vefatından sonra da yarım kalan sevdanın şiirini düzenleyerek besteler ve 1970 yılında plağa alır. Böylece Arap Mustafa'nın gönül yangını herkeste bir sızı olur. Neşet Ertaş "Zahidem" türküsünün hikâyesini bir röportajında şöyle anlatmaktadır;
“Biz dedelerimizden beri düğünlerde çalıp söyleriz. 13-14 yaşındayken bizim Kırşehir'in Çiçekdağı kazasının bir köyündeki düğünde elime bir şiir yazılı kâğıt verdiler. Sonradan öğrendiğime göre öksüz bir çocuk yazmış bu şiiri. Bu öksüz çocuğu bir aile evine almış, o da o evin kızına aşık olmuş. Kızın adı Zahide imiş. Çocuk askere gidince kızı başkasına vermişler. Ben bu dörtlükleri düzelttim, 45 yıl önce plağa okudum."Zahidem, Neşet Ertaş ile tüm âşıkların ortak türküsü olur. Bozkırın tezenesi bu durumu "Meğer herkesin bir Zahidesi varmış." diyerek özetler.

Mayıs 24, 2024

NAZIM HİKMET

 


Fevkalade memnunum dünyaya geldiğime,

toprağını, aydınlığını, kavgasını ve ekmeğini seviyorum.
Kutrunun ölçüsünü santimine kadar bilmeme rağmen
ve meçhulüm değilken güneşin yanında oyuncaklığı
dünya, inanılmayacak kadar büyüktür benim için.
Dünyayı dolaşmak,
görmediğim balıkları, yemişleri, yıldızları görmek isterdim.
Halbuki ben
yalnız yazılarda ve resimlerde yaptım Avrupa yolculuğumu.
Mavi pulu Asya’da damgalanmış
bir tek mektup bile almadım.
Ben ve bizim mahalle bakkalı
ikimiz de kuvvetle meçhulüz Amerika’da.
Fakat ne zarar,
Çin’den İspanya’ya, Ümit Burnu’ndan Alaska’ya kadar
her mili bahride, her kilometrede dostum ve düşmanım var.
Dostlar ki bir kerre bile selamlaşmadık
aynı ekmek, aynı hürriyet, aynı hasret için ölebiliriz.
Ve düşmanlar ki kanıma susamışlar
kanlarına susamışım.
Benim kuvvetim :
bu büyük dünyada yalnız olmamaklığımdır.
Dünya ve insanları yüreğimde sır
ilmimde muamma değildirler.
Ben kurtarıp kellemi nida ve sual işaretlerinden,
büyük kavgada
açık ve endişesiz
girdim safıma.
Ve dışında bu safın
toprak ve sen
bana kafi gelmiyorsunuz.
Halbuki sen harikulade güzelsin
toprak sıcak ve güzeldir.

Audrey Hepburn


 Audrey Hepburn dünyanın en doğal, en güzel ve örnek alınası kadınlarından biri… ♥️