Ekim 03, 2025

CEHENNEM

 

Arap inançlarına göre Cehennem ; haddinden fazla sıcak olan, insanların durmadan azap çektiği bir yerdir.

Orada kaynar yiyecek ve içeceklerden başka bir şey yoktur.

Neden mi ?

Çünkü Araplar sıcak bir coğrafyada yaşayan ve sıcaktan eziyet çeken bir topluluktur.

O yüzdendir ki, onlar için en ızdırap yer böylesine sıcak bir yerdir.

Norveç mitolojisine göre ise ;

Cehennem (Niflheim) buz gibi soğuk yeraltı dünyasıdır

ve oradaki bütün nehirler donmuş haldedir.

Çünkü Norveçliler de, soğukta yaşayan ve soğuktan eziyet çeken bir topluluktur.

Peki ya gerçekte Cehennem neresidir?

Buna en güzel cevabı veren ise Dostoyevskidir ;

"Cehennem insanın kalbinde sevginin bittiği yerdir." 

Ve

Osho ilave eder ;

"İyi insanlar cennete gider değil,

iyi insanlar nereye giderse cennet orası olur."

(Alinti)

Kokular ve Müzikler

Üniversitede ilk yılımdı. Hocamız sormuştu. İnsanlar neyi unutmazlar? Tabii ki yaşlar 17-18. Herkesin aklında aşk meşk🤗 Tamam, dedi hocamız . Haklısınız çocuklar.  İlk aşklar, sevdalar unutulmaz. Amaa insanlar kokuları ve müzikleri de unutmazlar….

💫Hani birden bire bir koku geliverir burnuna yada bir müzik çalar ansızın. Seni alır götürür bir yerlere, sevdiklerine, sevmediklerine, mutlu olduğun yada mutsuz olduğun o anlara. Yüreğine koca bir hüzün yada neşe çöker yaaa…

💫💫İşte şu müzik var ya şu müzik beni çocukluğuma götürüyor. Gelibolu‘dayım. İlkokul 2. sınıfın yaz tatilindeyim. Babam sağ. Annem mutfakta. Kızartma yapıyor. Evi doldurmuş patlıcan, biber kokusu. Birazdan köfte de kızartır patatesle. Hem benim annem çok güzel yapar köfteyi.

💫Oturma odasındayım. Kızkardeşimle divanda oturuyoruz. Heidi başlıyor. Yüreğim elimde. Çok mutluyum. Bulutların üzerine sanki ben yatıyorum. Onunla ben koşuyorum. Keçilerle , Peter ile dağlara çıkıyorum. Doya doya seyrediyorum siyah beyaz televizyonumuzdan bu güzel kızı. Sonra büyüyorum. Babam da yok Heidie de…

💫💫 Ahhh! yaşarken anlamadığımız ama yaşayıp bittikten sonra burnumuzun direğini sızlatan o güzel, o mutlu, o küçücük anlar…

Babamı, çocukluğumu özledim😔



Eylül 30, 2025

PAKİZE SUDA

 

Kasaba esnafından biri olmalıydı kocam. Akşam güneşi batmadan dükkanı kapatıp eve gelmeliydi.

Evimiz bahçeli olmalıydı. Yaz akşamları sulayıp serin serin oturmalıydık.

Ben orta boylu, tıknazca, ev hanımı olmalıydım.

Cinsiyeti önemli değil, eli ayağı düzgün iki çocuğumuz olmalıydı.

Derslerine yardım edecek kadar eğitimim olmamalıydı ama ara sıra "Dersinizi bitirdiniz mi?" diye sormalıydım.

Daha çok üstleri başlarıyla, yedikleri içtikleriyle, öksürükleri aksırıklarıyla ilgilenmeliydim.

Yavaştan yavaştan çeyizlerini düzmeliydim.

Her ayın 15’i kabul günüm olmalıydı. Ellerime sağlık kekler, poğaçalar yapmalıydım. İnce belli bardaklarda çaylar ikram etmeliydim.

Sabahları hırkamı omzuma alıp komşuya kahve içmeye geçmeliydim.

Patlıcan biber kızartmalı, reçel kaynatmalıydım.

Akşamları özene bezene sofrayı kurmalıydım.

Kocam ajansı dinlerken ben lafa girmeliydim, o, "Sus hanım bi dakka!" demeliydi. Böyle dese de beni çok sevmeliydi.

O uyuklamalıydı, ben bulaşıkları yıkamalıydım, çocuklar ders çalışmalıydı.

Bazen akşam oturmasına komşular gelmeliydi. Öyle harem-selamlık değil ama kadın-erkek ayrı oturmalıydık.

Erkekler memleketi kurtarırken biz bütün kasabayı dilimizden geçirmeliydik.

Herkes birbirinin eşine "Falanca Bey", "Filanca Hanım" diye hitap etmeliydi.

Yanlışlıkla bacağımız, göğsümüz biraz açılıverse yüzümüz kızarmalı, hemen toparlanmalıydık.

Şehvetten uzak, şefkate yakın bir cinsel hayatımız olmalıydı.

Gözümüzü birbirimizde açmış olmalıydık, öyle de sürüp gitmeliydi.

Zaten etrafımızda evli barklı komşularımızdan başka kadın olmadığından... 

Dükkánda çelimsiz çıraktan gayrı öyle sekreter falan çalışmadığından... 

Ortalıkta gidilecek bar mar bulunmadığından... 

Mankenler bizim kasabaya uğramadığından...

Ve kocam efendi bir adam olduğundan beni aldatmamalıydı.

Tamam abarttım biraz. Belki de böyle bir aile yapısı örneği kalmamıştır artık.

Ama, acaba diyorum... Buna benzer bir hayat tarzı beni daha mutlu eder miydi?

Kendim de dahil uçuk kaçık insanlardan gına geldi. "Normal"liği özlüyorum.

Özgürlüğün tadını çıkaralım derken suyunu çıkardık galiba.

Herkes çok zeki, çok akıllı, çok bilgili, çok şu çok bu. Ve de çok mutsuz. Prozac’lar leblebi misali.

Çokbilmişliğin kimseye bir faydası yok galiba.

Pakize SUDA

Çok severdim rahmetliyi. Çok hoş kadındı. Şu illet hastalık demanstan erken kaybettik. Bir röportajında annem ve kardeşimi kaybettim her şeyi unutmak istiyorum gibi bir şeyler söylemişti . Duası kabul oldu demek…Ruhu şad olsun

Yakından tanımak isterseniz.

⬇️⬇️⬇️⬇️⬇️⬇️⬇️⬇️⬇️⬇️⬇️⬇️⬇️⬇️⬇️⬇️⬇️⬇️⬇️




Eylül 23, 2025

KAYNANA NEDEN SEVİLMEZ?

 

Geline kına yakılırken dahi:

".. Hap koydum hap koydum

İçine de hap koydum

Kaynanamın adını kuyruklu

Yılan koydum,"  kaynanayı kötüleyen türküler okunur.

Kaktüs hediye edersiniz: Adı;

 "Kaynana Dili" 

"Kaynana Topuzu"olur.

Gördünüz mü?

Daha evlenmeden önyargı oluşmuştur.

 Daha ortada hiçbir şey yokken gelin kayınvalidesi¸ kayınvalide gelini hakkında olumsuz düşüncelere sahip oluyor.

 Böylece her iki taraf, her an patlamaya hazır güdümlü bir bombadır. İncir çekirdeğini doldurmayacak bir bahane ile sessiz savaşa hazırdırlar. Üzücü bir durum değil mi?

Bu konuda sözü M.Ü Prof. Dr. Mehmet Aydın'a verecek olursak;

''Aynı kişiyi, yani oğlu ve kocasını seven iki kadın, sudan sebeplerle anlaşamayarak hayatı önce kendilerine, sonra tüm aile bireylerine zehir ediyorlar," diyor.

Kaynana kimdir? Bu sözcük nasıl türemiştir?

Orhun Yazıtları’nda ve eski Uygur metinlerinde “kayn / kayın” biçiminde geçer.

Buradaki kayın öğesi, eşin akrabalarını işaret eder; ana ise anneyi...

Anlamı bugünküyle aynı: “evlilik yoluyla edinilen akraba.” 

“Kaynana”, aslında “kayınana” yani “eşin annesi” "Kayınço veya Kayın birader" gibi...

Dilin doğal evriminde ses düşmesiyle “kaynana” biçimi kalıcılaşmıştır.

Türkçede “gelin”, evlenen kadın anlamına gelir. Yani bir aileye “gelmiş olan kadın”.

Aslında sözcük kök olarak “gel” fiilinden türemiştir.

Üzerine "in" isim yapım eki getirilerek “gelin”  “gelin” yapılmıştır.

Ve bin yıldır " evli kadınlara" "gelin" denilmektedir.

Gelelim, geleneksel aile kavramına önem veren Japonya'da bile gelin kaynana ilişkilerinde travmatik olaylara tanık olabiliyoruz. Bunun asıl nedeni nedir, diye düşündüm. Çünkü ben de henüz çiçeği burnunda bir kaynanayım...

Acaba sevilip sayılıyor muyum?

Bunu zaman gösterecek.

Zira;

Gelinler çoğu zaman kaynanalarını bir anne gibi göremez.

Kimi kıskanır, kimi mesafe koyar, kimi de her sözü yanlış anlayıp yüzleri ekşir,  alınganlık maskesi takarlar.

Aslında farkına varmadan, önyargılarının kurbanı olurlar.

Oysa her kaynana, gelinin sevdiği adamın, canından koparıp ona emanet eden kadın değil midir?

Ama çoğu gelin, kaynanasının  gözlerindeki sevgiyi değil, dudaklarındaki sözü görür.

Bir bakışı yanlış yorumlar, bir suskunluğu küçümseme sanır, bir sözünü yanlış algılar. Dokunsa kabahat, dokunmasa kabahat olur!

Böylece araya görünmez duvarlar örülür.

Annem vaktiyle bir hikaye anlatmıştı:

“Bir Böbreğin Sırrı”

Vaktiyle Uzak ülkelerde gelin kaynana birlikte yaşarlarmış.

Evlendiği günden beri kaynanasını hiç sevmez, onu bir anne gibi göremez; hep rakip, hep yargılayan bir kadın olarak görürmüş. Her sözünü ters anladığı gibi, her davranışını küçümsermiş.

Gelinin kalbinde öyle bir önyargı varmış ki, annesinin sıcaklığını kaynanasına zerre kadar duymazmış.

Yıllar geçmiş. Gelin bir gün korkunç bir trafik kazası geçirmiş. Hastaneye kaldırıldığında doktorların yüzleri kararmış:

“Hastanızın kazada sol böbreği lime lime olmuş. Diğer böbreği zaten nekroze olmuş hiç çalışmıyormuş. Tek umudumuz böbrek naklidir...”

Gelin yatağa düşmüştü. İçinde koca bir öfke ve kırgınlıkla hayatını sorgularken, beklenmedik bir mucize gerçekleşiyor:

Aylar sonra bir donör bulunmuş!.. Adı açıklanmayan, kimliğini gizli tutmak isteyen bir kadının böbreği ona nakledilmiş.

Ameliyat başarılı geçmiş. Gelin hayata tutunuyor, ama ne yazık ki kalbindeki o önyargılar hâlâ canlıymış. Kaynanasını hastalığı boyunca hiç görememiş. Bu nedenle ona olan mesafesi, yine hiç değişmemiş. 

Hatta, " beni sevmemiş, sevse hastalığımda gelir, bana bir tas çorba içirirdi," gibi benzer düşüncelerle kadına içten içe sövüp durmuş. Olumsuz önyargılar besliyormuş. Sürekli yakınlarına; 

“İyileştim, ayağa kalktım ama ben kimseye borçlu değilim,” diyormuş.

Oysa kaynanası; yeni alınan böbrek yeri iyileşmesi için başka bir şehirde yaşayan kuzkardeşinde kalıyormuş.

Aradan birkaç yıl geçmiş. Bir sabah hastaneden bir telefon gelmiş.

“Size bırakılmış bir mektup var,” demiş hemşire.

Gelin, şaşkınlıkla hastaneye gitmiş. Bir zarf uzatılır eline.

Zarfın köşesinde yazıyı görür görmez "Kaynanasının" o titrek harfleri hemen tanımış.

Ellerinin arasındaki kâğıt yanıyormuş, sanki. Zarfı hemen açıp okumaya başlamış...

**“Sevgili Gelinim,

Belki bir gün bu satırları okursun.

Beni hiçbir zaman annen gibi görmedin, biliyorum. Beni hep yanlış anladın. Belki ben de sana yeterince sevgimi gösteremedim.

Ama bil ki oğlumu sana emanet ederken kalbimde tek dileğim, senin mutlu olmandı.

Hastanede böbreğe ihtiyacın olduğunu duyduğumda hiç düşünmedim. Benim hayatım bitti sayılırdı ama senin daha yolun vardı.

Bir annenin kalbi, evladını sevdiği kadar, evladının sevdiğini de sevebilir.

Sen bunu görmedin belki, ama ben sana hep dua ettim.

Artık bu satırları okuyorsan, ben de çoktan göçmüşüm, demektir.

Kalbimde kırgınlık yok, sadece bir ricam var:

Beni annen gibi göremediysen bile, kalbinde küçücük bir köşe ayır bana.

Çünkü senin bedeninde benim bir parçam yaşıyor. Beni hatırladığında öfkeyle değil, sevgiyle, duayla hatırla.

Sana hayatımı değil, ama hayatımdan bir parça verdim.

Ve ben senin kaynanan değil…

Senin de annendim.”**

Gelin mektubu okurken gözyaşlarına hâkim olamadı. Yıllardır kalbine ördüğü duvarlar bir bir yıkıldı.

“Ben nasıl göremedim? Nasıl bu kadar kör oldum?” diye gözyaşlarıyla haykırıyormuş.

O an gerçeği fark etmiş ama her sözün sessiz kaldığı bir anmış.

Son söz:

Kıymetli okur!

Bir kaynana sadece “eşin annesi” değildir.

O kadın, senin yaşamana razı olacak kadar fedakâr, senin nefesin için canından vazgeçecek kadar annedir.

Kaynananıza "anne" bilmek zorunda değilsin…

Ama bil ki, onun kalbi bir gün sana nefes, sana can olabilir.

Kaynanamıza bakarken, aslında yarınki halimize bakıyoruzdur.


Şunu unutmayalım:


Ve bir gün her kadın *Kaynana* olacaktır.


"...Bugün senin olumsuz ön_yargın, yarın senin kaderin olabilir."


Emine Pişiren/ Akçay