Eylül 23, 2025

KAYNANA NEDEN SEVİLMEZ?

 

Geline kına yakılırken dahi:

".. Hap koydum hap koydum

İçine de hap koydum

Kaynanamın adını kuyruklu

Yılan koydum,"  kaynanayı kötüleyen türküler okunur.

Kaktüs hediye edersiniz: Adı;

 "Kaynana Dili" 

"Kaynana Topuzu"olur.

Gördünüz mü?

Daha evlenmeden önyargı oluşmuştur.

 Daha ortada hiçbir şey yokken gelin kayınvalidesi¸ kayınvalide gelini hakkında olumsuz düşüncelere sahip oluyor.

 Böylece her iki taraf, her an patlamaya hazır güdümlü bir bombadır. İncir çekirdeğini doldurmayacak bir bahane ile sessiz savaşa hazırdırlar. Üzücü bir durum değil mi?

Bu konuda sözü M.Ü Prof. Dr. Mehmet Aydın'a verecek olursak;

''Aynı kişiyi, yani oğlu ve kocasını seven iki kadın, sudan sebeplerle anlaşamayarak hayatı önce kendilerine, sonra tüm aile bireylerine zehir ediyorlar," diyor.

Kaynana kimdir? Bu sözcük nasıl türemiştir?

Orhun Yazıtları’nda ve eski Uygur metinlerinde “kayn / kayın” biçiminde geçer.

Buradaki kayın öğesi, eşin akrabalarını işaret eder; ana ise anneyi...

Anlamı bugünküyle aynı: “evlilik yoluyla edinilen akraba.” 

“Kaynana”, aslında “kayınana” yani “eşin annesi” "Kayınço veya Kayın birader" gibi...

Dilin doğal evriminde ses düşmesiyle “kaynana” biçimi kalıcılaşmıştır.

Türkçede “gelin”, evlenen kadın anlamına gelir. Yani bir aileye “gelmiş olan kadın”.

Aslında sözcük kök olarak “gel” fiilinden türemiştir.

Üzerine "in" isim yapım eki getirilerek “gelin”  “gelin” yapılmıştır.

Ve bin yıldır " evli kadınlara" "gelin" denilmektedir.

Gelelim, geleneksel aile kavramına önem veren Japonya'da bile gelin kaynana ilişkilerinde travmatik olaylara tanık olabiliyoruz. Bunun asıl nedeni nedir, diye düşündüm. Çünkü ben de henüz çiçeği burnunda bir kaynanayım...

Acaba sevilip sayılıyor muyum?

Bunu zaman gösterecek.

Zira;

Gelinler çoğu zaman kaynanalarını bir anne gibi göremez.

Kimi kıskanır, kimi mesafe koyar, kimi de her sözü yanlış anlayıp yüzleri ekşir,  alınganlık maskesi takarlar.

Aslında farkına varmadan, önyargılarının kurbanı olurlar.

Oysa her kaynana, gelinin sevdiği adamın, canından koparıp ona emanet eden kadın değil midir?

Ama çoğu gelin, kaynanasının  gözlerindeki sevgiyi değil, dudaklarındaki sözü görür.

Bir bakışı yanlış yorumlar, bir suskunluğu küçümseme sanır, bir sözünü yanlış algılar. Dokunsa kabahat, dokunmasa kabahat olur!

Böylece araya görünmez duvarlar örülür.

Annem vaktiyle bir hikaye anlatmıştı:

“Bir Böbreğin Sırrı”

Vaktiyle Uzak ülkelerde gelin kaynana birlikte yaşarlarmış.

Evlendiği günden beri kaynanasını hiç sevmez, onu bir anne gibi göremez; hep rakip, hep yargılayan bir kadın olarak görürmüş. Her sözünü ters anladığı gibi, her davranışını küçümsermiş.

Gelinin kalbinde öyle bir önyargı varmış ki, annesinin sıcaklığını kaynanasına zerre kadar duymazmış.

Yıllar geçmiş. Gelin bir gün korkunç bir trafik kazası geçirmiş. Hastaneye kaldırıldığında doktorların yüzleri kararmış:

“Hastanızın kazada sol böbreği lime lime olmuş. Diğer böbreği zaten nekroze olmuş hiç çalışmıyormuş. Tek umudumuz böbrek naklidir...”

Gelin yatağa düşmüştü. İçinde koca bir öfke ve kırgınlıkla hayatını sorgularken, beklenmedik bir mucize gerçekleşiyor:

Aylar sonra bir donör bulunmuş!.. Adı açıklanmayan, kimliğini gizli tutmak isteyen bir kadının böbreği ona nakledilmiş.

Ameliyat başarılı geçmiş. Gelin hayata tutunuyor, ama ne yazık ki kalbindeki o önyargılar hâlâ canlıymış. Kaynanasını hastalığı boyunca hiç görememiş. Bu nedenle ona olan mesafesi, yine hiç değişmemiş. 

Hatta, " beni sevmemiş, sevse hastalığımda gelir, bana bir tas çorba içirirdi," gibi benzer düşüncelerle kadına içten içe sövüp durmuş. Olumsuz önyargılar besliyormuş. Sürekli yakınlarına; 

“İyileştim, ayağa kalktım ama ben kimseye borçlu değilim,” diyormuş.

Oysa kaynanası; yeni alınan böbrek yeri iyileşmesi için başka bir şehirde yaşayan kuzkardeşinde kalıyormuş.

Aradan birkaç yıl geçmiş. Bir sabah hastaneden bir telefon gelmiş.

“Size bırakılmış bir mektup var,” demiş hemşire.

Gelin, şaşkınlıkla hastaneye gitmiş. Bir zarf uzatılır eline.

Zarfın köşesinde yazıyı görür görmez "Kaynanasının" o titrek harfleri hemen tanımış.

Ellerinin arasındaki kâğıt yanıyormuş, sanki. Zarfı hemen açıp okumaya başlamış...

**“Sevgili Gelinim,

Belki bir gün bu satırları okursun.

Beni hiçbir zaman annen gibi görmedin, biliyorum. Beni hep yanlış anladın. Belki ben de sana yeterince sevgimi gösteremedim.

Ama bil ki oğlumu sana emanet ederken kalbimde tek dileğim, senin mutlu olmandı.

Hastanede böbreğe ihtiyacın olduğunu duyduğumda hiç düşünmedim. Benim hayatım bitti sayılırdı ama senin daha yolun vardı.

Bir annenin kalbi, evladını sevdiği kadar, evladının sevdiğini de sevebilir.

Sen bunu görmedin belki, ama ben sana hep dua ettim.

Artık bu satırları okuyorsan, ben de çoktan göçmüşüm, demektir.

Kalbimde kırgınlık yok, sadece bir ricam var:

Beni annen gibi göremediysen bile, kalbinde küçücük bir köşe ayır bana.

Çünkü senin bedeninde benim bir parçam yaşıyor. Beni hatırladığında öfkeyle değil, sevgiyle, duayla hatırla.

Sana hayatımı değil, ama hayatımdan bir parça verdim.

Ve ben senin kaynanan değil…

Senin de annendim.”**

Gelin mektubu okurken gözyaşlarına hâkim olamadı. Yıllardır kalbine ördüğü duvarlar bir bir yıkıldı.

“Ben nasıl göremedim? Nasıl bu kadar kör oldum?” diye gözyaşlarıyla haykırıyormuş.

O an gerçeği fark etmiş ama her sözün sessiz kaldığı bir anmış.

Son söz:

Kıymetli okur!

Bir kaynana sadece “eşin annesi” değildir.

O kadın, senin yaşamana razı olacak kadar fedakâr, senin nefesin için canından vazgeçecek kadar annedir.

Kaynananıza "anne" bilmek zorunda değilsin…

Ama bil ki, onun kalbi bir gün sana nefes, sana can olabilir.

Kaynanamıza bakarken, aslında yarınki halimize bakıyoruzdur.


Şunu unutmayalım:


Ve bir gün her kadın *Kaynana* olacaktır.


"...Bugün senin olumsuz ön_yargın, yarın senin kaderin olabilir."


Emine Pişiren/ Akçay

Eylül 21, 2025

Derya Baykal ve Ferhan Şensoy

 


Uzun zaman sonra, bir radyo programinda dinledim, 

Derya Baykal ve Ferhan Şensoy ilişkisini...

Neden, 

Ferhan Sensoy'un yeni eşi değil de,eski eş Derya Baykal odak noktasıydı cenaze ve törende...

Mekanın sahibi gibi....

Çünkü,  

mekanın sahibiydi...

Çok aşık olup ,

evlenmişler...

Derya Baykal, küçük yaşlardan beri çalışıyor...

 Ankara konservatuvarı ve Ankara TRT 'nin önemli sanatçısı...

Müzikaller, oyunlar...vs.

Paralarını göç ettiği Istanbul'da,Atakoy evlerine yatırıyor...

4 daire alıyor...

Birinde oturuyorlar.

Ferhan Şensoy,  tiyatro almak isteyince 3 dairesini satıyor,  birikimini de veriyor, tiyatro binasını alıyorlar.

Yoktan bir tiyatro yaratıyor,  perdelerine kadar, evdeki makinede dikiyor...

Her şey çok yolunda...

Ferhan sağlıklı besleniyor,uzun orman yürüyüşlerine  çıkarıyor, gece hayati ve içki yok.

Ferhan 'ı tekrar yaratan kadın derler.

Bir gün , yakın dostları konuşuyorlar. 

Şu  isimdeki yayıncı kadınla, seni aldatıyor.  Söylemek zorunda kaldık artık,  tiyatro ortamına da sokuyor...

diye

Daha yüzleşmeye fırsat kalmadan, Derya , kocasını ve sevgilisini beraber yakalıyor.

Tiyatro anahtarını,  masaya bırakıp,  çantasını alıyor , patronu ve sanatçısı olduğu tiyatrodan gidiyor. 

Sonra diyor ki 

Derya Baykal o dönem için:

"Bir anda işsiz ve beş parasız kaldım ortada. Her kuruşum tiyatroya gitmişti. 

Amerikan Hastanesinin arka sokağında,  gümmm diye yere düşmüşüm,  baygın. 

Amerikan 'a kaldırmışlar . Testler...

Üzüntüye bağlı diyabet olmuşum. 

Bir an evvel gitmek istiyorum,  ödeyecek param yok,ama bırakmıyorlar...

Rahmi Koç uğradı odaya, geçmiş olsuna bir kaç gün daha misafirimiz olacaksınız, dedi...

Ben, ağlamaya başladım,  ödeyemem diye...

o ne demek.

sizin gibi bir sanatçı ancak misafirimiz olur. 

dedi...

Beni onurlandırdı. 

O gün,  yemin ettim, bir daha bu çaresiz duruma beni kimse düşüremez diye.

Tedavim devam ederken,bazi dizilerde rol verdi yakinlarim. Günlük harçlığım çıktı. 

Iki kız evlat, iyi eğitim şart...

Arkadaşım sen dolu bir kadınsın.

Kadınlara özgü TV programi çekelim, dedi

Ve tv kariyerim başladı.

Çok ses getirdi, bir çok sponsor ve reklam gelirim de oldu.

Iki kızımı Amerika'da okuttum.

Çok iyi bir muhitte, güzel bir ev aldım. 

Bir gün alıp,  her köşesini kendim dekore ettiğim Bodrum'daki ortak yazlık evimizin anahtarını iade etmem istendi...

Ettim ve Ayvalık 'ta yeni bir yazlık aldım.

 Kızlar üzülmesin ve eksik kalmasın diye.

Yıllarca çalıştım,  artık dinleniyorum... 

Torunlarım var...

Ve küçülttum hayatımı...

Boğazdaki evi sattım,

Cihangir'e taşındım.

Keyfim yerinde..."

Kizlar Amerika'dan  dönüyorlar 

Babalarına aşıklar,  tiyatroda beraber çalışıyorlar. 

Bir gün,  kızlar ve Rasim Öztekin geliyor.  Kötü bir durum var belli.

Vergi borcu nedeniyle tiyatro mühürlenmiş.  Medyada da çıksın istenmiyor.

Derya Baykal hemen bir iki siyasetçi ile irtibat kurup , vergiyi ödüyor  ve mühür hemen sökülüyor. 

Bu konu sorulduğunda ise

- önemli bir şey degildi, ayrılmış olmamız  Ferhan'in büyük sanatçı olmasını değiştirmez... Helal olsun...der

Dedikodu olarak epey konuşuldu ya...

Eş nerede, niye herkes Deryanın etrafında diye

Hatta, K.Kılıçdaroğlu,  E.İmamoğlu  ve C.Kaftancıoglu....

Neden 'aile" taziyesine Deryaya gitti, dendi.

Çok haksızlığa uğrayan bir kadına, galiba " hakkı " teslim edildi...

Kendi parasıyla kurduğu tiyatroya, elbet kraliçe gibi girecekti.

Ve, öyle de girdi...

Eylül 13, 2025

💕💕💕

Ünlü oyuncu Helen Mirren bir röportajında şöyle ifade etmiştir: 

Yaşlanmanın en büyük nimetlerinden biri yalnızlığın güzelliğini kucaklamayı öğrenmektir. Bir zamanlar garip bir sessizlik gibi hissettiren şey şimdi nadir bir lüks gibi geliyor. Evim sakin ve mutfakta endişelenmeden dans edebilirim ya da hiçbir şey yapmamaktan zevk alabilirim.  Favorim  kendim -bir fincan kahve, iyi bir film ve özgürlüğüm ile. Yalnızlık yokluk değil; bütünlük ve iç huzurudur. "


Resim /Vogue fotoğraf çekimi

Helen Mirren/doğumu. 1945, İngiltere

Eylül 04, 2025

Film💕💕💕

 

İzlemeye başladım…umarım beğeniriz dostlar. Günün de güzelliği bu olsun. Beğenmezsekte yarıda bırakırız gider beyaaaaa 🤗