Ağustos 02, 2022

Neden ‘Ocağıma İncir Ağacı Diktin?’ denir.


Sıkça kullanılan atasözlerinin başında "Ocağıma incir ağacı diktin" sözü geliyor. Fakat çoğu kimse bu sözün asıl hikayesini bilmiyor. Anlatılanlara göre incir ağacının kökleri suya ulaşmak için evlerin temelini tahrip ettiği gerekçesiyle evlerden uzağa dikilirBu nedenle de "Ocağıma incir ağacı diktin" sözü, "Evimi yıktın, evimi tahrip ettin" anlamında kullanılır.

"SUYA ULAŞMAK İÇİN BETONU DELİYOR"

Anlatılanlara göre incir ağaçları, derinlerdeki suya ulaşmak için her türlü kuvvete karşı koyabiliyor. Evlerin yakınlarına dikilen incir ağaçları da suya ulaşmak için evin temelindeki beton ve plastik maddeleri delerek, suya ulaşıyor. İncir ağacının temele zarar verdiği düşünülüyor. İşte bu yüzden incir ağaçlarının evlerden uzak dikilmesi tavsiye ediliyor.

"HAYATINI SÖNDÜRMEK İSTERSEN LAZIM OLUR"

Bir başka rivayete göre ise dönemin zalim kralı, saraydaki incir ağaçlarını söktürürken biri ile karşılaşır ve karşısındaki kişi, "Söktürme o ağaçları, birinin ocağına dikmek, hayatını söndürmek istersen lazım olur sana..." öğüdünü verir. Mazlum insanlarına malına el koyan zalim kral, daha sonra bu ağacın zulmüne uğrar.

GENELDE HARABE EVLERDEN YÜKSELİR

Bu yüzdendir ki incir ağaçları genellikle harabeleri, terk edilmiş evleri, kuytuları pek sever ve oralarda boy sürer. Hep fakir fukaranın malına göz diken zalim bir adama incir ağacıyla zulmünün hatırlatılması bundandır. Bir diğer inanış da; incir ağacından düşenin mutlaka bir yeri kırılır, çünkü incir ağacı insan dışı varlıkların uğrak yeridir.


Temmuz 29, 2022

İlhan İrem❤️ Hansu İrem

 

Ankara’da verdiğim bir konser… 

Sarı saçları beline kadar uzanan dünyalar güzeli bir kız, çıkışta elime bir kitap tutuşturdu ve kalabalığın arasında yok oldu gitti… İçinde ne isim ne adres… Sadece bir cümle yazılıydı:

‘Sözcüklerin büyütülmesinin bazen sessizlik olduğunu ve neşenin büyütülmesinin bazen gözyaşları…’

O kısacık sürede hissettiğim duygu, çevremdeki herkesten çok farklı göründüğü idi. Yıldızlığı, popüler kültürü sorgulamaya başladığım seksenli yıllar… Kaçmak istediğim sessizliğin çağrısı gibiydi. Ankara Konseri uzun bir turnenin ilk durağıydı. 40 gün sonra Anadolu’dan İstanbul’a dönüşte bir magazin gazetesine turneyi anlatan bir röportaj verdim. Elimde de o kitap: Magnafantagna’nın Ölümü…

‘Ankara konserinde bu kitabı bana veren kızla evleneceğim’ dedim. Sonra İstanbul’un kara deliği beni yine içine çekti, her şeyi unuttum. Üç yıl sonra, bir başka Ankara konserinde tekrar gördüm onu. Daha önce saniyelerle gördüğüm halde hemen tanıdım. Konserden sonra asistanımı kalabalığın arasına göndererek kulise davet ettim. Sessiz, sakin, büyülüydü… ‘Nerelerdesin sen?’ dedim. Hiç konuşmuyordu.

Adını öğrendim ve telefonunu alabildim. Ertesi gün Gölbaşı’nda yürüdük. O röportajı görmüş ama o zamanlar iletişim imkanları kısıtlı olduğu için ulaşamamış. Bana rüyasını anlattı. Onu çağırdığım halde tanımadığım için benimle ilgilenmemeye karar vermiş aslında. Ama sonra elimde kitapla o röportajı görmüş tesadüfen… Başka bir şey konuşmadık. Soğuk Ankara’yı ve sessizliği hatırlıyorum. Gürültü patırtının dışına çıktığım zamansız bir masal gibiydi… Sonra İstanbul’a deli dolu hayatıma döndüm.

Sevgilere, insanlara güvenim giderek eriyordu ve bir anafor içinde kısa süreli rüzgarlar yaşıyordum. O ise çok masum, çok farklıydı… İstanbul’daki cadı kazanına girmesini istemedim. Yıllar yılı kimselerin bilmediği telefon sırdaşım oldu. Türk ve dünya edebiyatının edebi ve felsefi cephesinde, okumadığı kitap, izlemediği film yok gibiydi… 

Ve o masumiyeti içinde binlerce yıllık bilgeliğin dizelerini yazıyordu ki, sürekli bir yürek çarpıntısıyla yol arkadaşımı buldum, ona aşık oldum. O da aynı duygular içindeydi ama ikimiz de susuyorduk... Yeni yazdığım şarkıları dinletiyor, beraberliklerimi, mutluluğumu ve mutsuzluğumu paylaşıyordum. Giderek kirlenmeyen hiçbir şey kalmadı…

Anlamsız bir dünyada, anlamsız insanlarla, anlamsız koşuları bırakıp, bambaşka bir yolculuğa çıkmaya karar verdim. Işık yürekli insanlar için birlikte cennetimizi kuracağım insanım Hansu İrem’di… Onunla başka boyutlardan tanışıyorduk! 1 Ekim 1991’de sadece ailelilerimizin bulunduğu bir törenle

 İda Dağları’nda evlendik.”

Netten Alıntıdır

Temmuz 26, 2022

ÇÍÇEKLÍ ENTARÍ



Selam dostlarım; aşağıdaki hikaye ‘Ömür dediğin’ proğramının konuğu teyzenin gerçek hikayesiymiş. Hani, hemencecik depresyona giriyor tüm dünyanın kahrını biz çekiyoruz gibi hissediyoruz ya… belki iyi gelir o yönümüze.

🌹🌹🌹🌹🌹

Babam uzun süredir yere serilmiş yatakta yatıyordu, işten güçten elini çekmişti. Döşüne oturdum hafif hafif zıpladım, halam beni indirmeye çalıştı.

Babam "bırak zıplasın" deyip saçımı sırtımı sıvazladı.Elime halamın yaptığı börekten aldım bitirene kadar babamın göğsünden inmedim. Annem epeydir evde yoktu hiç lafı sözü edilmiyordu. 5-6 yaşlarındaydım, birkaç gün sonra babamın üstünü örttüler, öldü dediler.

Köy evinin camından ellerimi çeneme koydum babamın yıkanmasını seyrettim, hiç ağlamadım. Halamla ikimiz kaldık evde, 3 çocuğu vardı ama onlarda annem gibi yoktular.


Gece halam beni karşısına aldı "annen olacak karı benim herifle çekti gitti, seni yanına almayan annen benim çocuklarıma ana olacakmış bundan sonra" dedi. Birkaç gün sonra saçlarımı taradı, çiçekli entarimi giydirdi, elimden tuttu köy otobüsüne binip şehre gittik. Bütün gün çarşı pazar gezdik akşama doğru beni bir bakkala bıraktı "sen burda otur benim işim var" dedi gitti. Hava karardı gece oldu bakkal amca dükkanını kapattı elimden tuttu beni evine götürdü. Beşikteki bebeğiyle oynadım, karısı karnımı doyurdu yattık.


Sabah erkenden bakkal yine elimden tuttu beni dükkanına götürdü, patates çuvalının üzerine oturttu. Bakkala gelen giden "bu çocuk kim" diye sorduğunda "babası öldü, anası kocaya kaçtı, halası bana bıraktı, çocuk isteyen olursa ver dedi" dedi.


Çocuk aklımla kötü durumda olduğumu anladım, entarimin çiçekleriyle, oturduğum çuvaldaki patatesin kurumuş çamurlarını temizlemekle ilgilendim, sanki benden bahsetmiyorlarmış gibi. Birkaç gün böyle geçti, bir adam geldi "hadi kızım sen çık biraz oyna" diye beni dışarı çıkardı. Epey sonra bakkalla beraber dışarı çıktı elimden tuttu beni evine götürdü.

Öğretmenmiş, bana evde yapmam gerekenleri bir bir saydı, benden küçük bir oğlu vardı, karısı ölmüş. Evini toplardım, oğluna ablalık ederdim. Yıllarca beni evinde barındırdı. Yaşıtlarım okula gitti beni hiç okula göndermedi. Büyüdüm tam bir ev kadını oldum.Birgün öğretmenin sık sık gelen ablası yanında gençten bir oğlanla geldi, oğluymuş.

Öğretmen "bu artık senin kocan" dedi, elime bohçamı verdi yolladı. Ne düğün oldu ne nikah oldu, kaynanamla beraber evin kadınlığını yaptım. Çocuklarım oldu, tarla bahçe hayvan edindik kendi düzenimizi kurduk.

Kocam çok iyi adamdı, kötü sözünü duymadım, hiç el kaldırmadı, nur içinde yatsın.

💫Ömür dediğin buysa benim ömrüm böyle geçti, 78 yaşındayım. Bana akşam ne yedin diye sorsan bilmem ama çiçekli bir entari görsem çamurlu bir patates görsem burnum sızlar.😔



Temmuz 24, 2022

MİLYONLARCA İNSANIN DERDİNE DERMAN OLDU

                                           GÜZİN ABLA


İsmi simge olmuş, anlamına onlarca güzel şey eklemiş kişiler vardır.

İşte Güzin Abla da onlardan biriydi.

Fatma Güzin Sayar, Ethem Efendi Caddesi’ndeki ahşap köşkte 1922’de hayata gözlerini açtığında, ardında böyle bir marka bırakacağını bilmiyordu.

Üst düzey memur olan babası, Güzin henüz 3 yaşındayken vefat etti. Annesi Mediha Hanım kızıyla birlikte baba evine, Mahmut Hayri Bey’in köşküne döndü.

Mürebbiyelerle büyümüş, ince ruhlu, piyano çalan, kültürlü bir genç kızdı Güzin.

Notre Dame De Sion Fransız Kız Lisesi’nde okurken tanıştığı genç bir subayla evlendi. Henüz 16 yaşındaydı. Ama evlilik uzun sürmedi. Küçük kızları dünyaya geldikten kısa bir süre sonra çift boşandı.

Güzin Sayar’ın mimar Tayfur Şehbal ile yaptığı ikinci evlilik de ancak beş yıl sürebildi. Her iki evliliği de başka kadınlar nedeniyle sona ermişti. Sayar, evlilik defterini bir daha açılmamak üzere kapattı.

GÜZİN ABLA EFSANESİ

Çocukluğundan itibaren gazeteci olmak istemişti. Yeni İstanbul gazetesinde muhasebe müdürü olan annesi Mediha Hanım’ın desteğiyle aynı gazetede tercüme yaparak başladı mesleğe. Ardından magazin müdürlüğü görevini üstlendi.

Çeşitli gazetelerde “Sorun söyleyelim”, “Derim ki” başlıklı köşelerde okurların sorunlarını yanıtlamaya başladı. 1971’de Saklambaç’ta ilk kez kendi adıyla “Güzin Abla dertlerinizle baş başa” köşesini yazmaya başladı. İşte Güzin Abla efsanesi de böyle doğdu.

Ve bu efsane, 1977’de yolculuğunu Hürriyet sayfalarına taşıdı. O gün bugündür de Kelebek’te en çok takip edilen köşelerden biri oldu. Aşk acısında, yalnızlıkta, cinsellikte, töre sorunlarında milyonlarca insanın derdine derman oldu.

İki evliliğinde de aldatılan Güzin Abla, kendi tecrübelerini de paylaşıyordu okurlarıyla.

Sağlık sorunları nedeniyle köşesini 2000 yılında kızı Feyza Algan’a devretti.

Hayatını kaybettiği 17 Temmuz 2006’ya kadar kızına köşeyle ilgili destek oldu.

Güzin Abla markasını bugün Kelebek sayfalarında kızı Feyza Algan sürdürüyor.

(Ateş Yalazan)