Ocak 30, 2023

Bütün Kariyerini Erkek Taklidi Yaparak Geçiren Sezaryen Doktoru: James Miranda Barry

 

💫Bütün Kariyerini Erkek Taklidi Yaparak Geçiren Sezaryen Doktoru: James Miranda Barry


Tarihte afrika'da annenin ve bebeğin hayatta kaldığı ilk sezaryeni gerçekleştiren doktor: james miranda barry... ilk okuduğumda miranda kadın adı değil miydi demiştim. ama diğer isim james idi ve fotodaki bir erkekti. zaten 1821'de kadın doktor zordu. Ufkumun yerle yeksan olduğu kısım tam olarak burası: fotoğraftaki kişi bir kadın fakat tıp fakültesine gidip sonra orduda cerrah olarak çalışabilmek için hayatı boyunca erkek taklidi yapmak, her yeni güne kadın kıvrımlarını saklayarak başlamak zorunda kalmış bir kadın!

Görevinde harikalar yaratmış. ingiliz ordusu'ndaki en yüksek ikinci tıbbi görevi olan askeri hastanelerden sorumlu genel müfettiş (tuğgeneral'e eşdeğer) rütbesine yükselmiş. sadece yaralı askerlerin değil gönderildiği ülkelerdeki kölelerin, mahkumların ve akıl hastalarının yaşam koşullarında iyileştirmeler için uğraşmış.

Siniri ile meşhurmuş. ölümünün ardından florence nightingale, bu zamana kadar tanıştığım en katı yaratıktı demiş. onca yeteneğine/özverisine rağmen yaşamak zorunda olduğu hayatı düşününce bu çok anlaşılır bir şey.

Onu düşünüyorum. hayalleri ve hayatı arasında sıkışmış bir insan. Hadi  milleti kandırdı peki ailesi, çocukluk yıllarına şahit insanlar, onlar? gerçi tüm ömrünü britanya'nın bayrağının dalgalandığı yerlerde geçirmiş. belki dönmedi bir daha büyüdüğü yere, bilmiyorum.


💫Öldüğünde cesedi cenazeye hazırlayan kadın yarım asırlık yalanı keşfediyor: dr. james aslında bir kadın🙃

50 yıl boyunca beraber ülke ülke gezdiği siyahi uşağı dışında gerçeği bilen biri var mıydı, hiç içini birilerine döktü mü bilinmez. bilinen tek şey 1865'te bu zeki yetenekli ve yalnız kadın tüm sırlarıyla gömülüyor.


Netten alıntı

Kaynak:History




Ocak 29, 2023

ÇAMAŞIR GÜNÜ

O zamanlar şimdiki gibi her gün çamaşır yıkanmazdı. Hafta sonu banyo yakılır, aile üyeleri banyo yapıp çamaşır değiştirirdi.

Bizim çamaşır günümüz pazar günü idi. Hiç sevmezdim çamaşır günlerini. Ev çok karışırdı. Yazın gene iyi balkona bahçeye asar kuruturduk ama kışın o kadar çamaşır evin içinde kururdu.

Sevmememin ikinci sebebi ise televizyon normalde akşam açılır akşam yayın yapardı. Pazar günleri ise sabah saat onda açılır bütün gün yayın yapardı. Çamaşır bütün gün sürdüğü için televizyona bakamazdım. Oysa şimdi o kadar kanal var bazen düğmesine basmadığım oluyor.  

O zamanlar tek kanal vardı.

O gün temizlik yapmaz, elişi yapmazdık. Yemeği bile bir gün önceden hazırlardık. Resmen dağ gibi çamaşır yığılırdı.« Bazen geçmişe özlem duysamda çamaşır günlerine hiç özlem duymam » Kirli olan ne varsa toplanırdı. 

Yorganlar sökülür, paspaslar, oda takımları, çarşaflar evi dolanırdık kirli olan ne varsa toplardık. Hele bayramlarda perdeler, somya örtüleri neleeer neler. Her taraf dantel, kaneviçe ve örtü olurdu o zamanlar. Radyonun bile örtüsü olurdu siz düşünün artık gerisini.

Bir merdaneli makinemiz vardı. Annemin gözünde buzdolabından sonra en değerli eşyasıydı evin. Benim gözümde ise televizyondu en değerli eşya.

Merdaneli makine çalışırdı ama annem ve bende çalışırdık akşama kadar. Biz makineye verirdik çamaşırı makine bize geri verirdi. Çok yorulurduk. Bir de yaşlılar demez mi :

_Şimdi her şey rahatlık. Çamaşır makinesi var. Ah ah dünyaya erken gelmişiz sular çeşmeden akıyor ne rahatlık derdi eskiler. Ben sinir olurdum. Gençlerde belki şimdi bana sinir oluyordur kimbilir.

Annem kısım kısım ayırırdı çamaşırları. Önce beyazlardan başlanırdı yıkamaya. Kendi bir iki baş yıkardı kirlilik durumuna göre. Ben ondan aldığım çamaşırları merdaneliye atardım. Merdaneliden çıkanları iki su durulayıp asmak benim görevimdi. İç çamaşırları, havlular, çarşaflar kaynatılırdı birde.

Çamaşır günü kalkınca, otomatik makineler çıkınca hanımlar kilo almaya başladı. Obezite çıktı.

Ne kadar sıksanda su damlardı çamaşırlardan. Şimdi makineden kuru çıkıyor. Kışın çok zor olurdu. Elleri ayakları buz tutardı insanın akşama kadar suyun içinde. Kışın balkonda kazık gibi olurdu bazen buz tutardı. Oturduğumuz odaya getirirdik. Evi soğuturdu adeta.

Yazın balkona hemen asardık ama kışın asamazdık. Banyoda ip vardı ona üstüste asardık suyun damlaması bitince eve getirirdik. Sobaya heryere oturduğumuz odaya ip gerdirirdik her taraf çamaşır olurdu. Duvardan camlardan su damlardı resmen.

Çamaşırı sık sık kontrol eder ütülenecekleri nemli toplardık. 

Sonra dağ gibi ütü faslı başlardı. Annem yorganları iğne ile çarşaflarken bende ütü yapardım. Hele o danteller ne zor açılırdı. Ütüler şimdiki gibi buharlı değildi. Çamaşır nemli iken toplayıp ütülemezsen kurursa daha zor ütülenirdi. O yüzden nemli toplardık. Hatta ben çok danteli kurumuşsa suya sokup asarak tekrar nemli toplamışımdır. Pantolonları nemli tülbentle ütülerdik.

İşin iyi tarafıysa bir gün çok yorulurduk ama hem çamaşır hem ütü biterdi. Bir daha bir hafta çamaşır yıkamazdık. Şimdide günlük çamaşır derdi var. Bazen makineden alıp asmaya, toplayıp ütülemeye erinir olduk..

 (Yazan: LeylaArmağan)

Ocak 26, 2023

Mihrimah Sultan

 

Kanuni Sultan Süleyman'ın kızı Mihrimah Sultan on yedisine bastığında, iki kişi talibi olmuştur.

Mihrimah, yani Mihrü Mah, Farsca'da "Güneş ve Ay" anlamına gelir. Kızla evlenmek isteyenlerin biri Diyarbakır Valisi Rüstem Paşa, diğeri ise Mimar Sinan'dır.

Padişah kızını Rüstem Paşa'ya verir.

💫Koca Sinan evlidir, ellisindedir ve de Mihrimah Sultan'a deliler gibi aşıktır! Gerçi sevdiğine kavuşamamıştır ama, aşkını, olanca güzelliğiyle sanatına yansıtmıştır. Üsküdar'a, Saray'ın isteğiyle elbet, 1540 yılında Mihrimah Sultan Camii'nin temelini atar ve 1548'de bitirir.

Camiyi yaparken, eserine sanki "etekleri yerleri süpüren bir kadının" dış çizgilerini verir.

Derken, ilk kez padişah fermanı olmaksızın, Edirnekapı'da, pek kimselerin uğramadığı issiz ama İstanbul'un en yüksek tepelerinden birine, ikinci bir eser yapmaya koyulur Mihrimah Sultan'a.

Cami küçücüktür.

Minaresi otuz sekiz metredir, bir adet incecik kubbesi üzerindeyse 161 pencere, camiin iç güzeliğini aydınlatır. İçerdeki sarkıtlar ve minare kenarlarındaki işlemeler Mihrimah Sultan'ın topuklarını döven saçlarını anımsatır insana.

İşte, aşka adanmış iki eser.

Şimdi, gidin Edirnekapı ve Üsküdar'daki camileri aynı anda görebileceğiniz bi yer seçin ve 21 Mart'ta, yani geceyle gündüzün eşit olduğu günde seyreyleyin.

Unutmadan, 21 Mart Mihrimah Sultan'ın doğum günüdür.

Göreceğiniz manzaraysa şudur.

Edirnekapı camiinin tek minaresi ardından tepsi gibi kıpkırmızı güneş batarken, Üsküdar'daki camiinin ardından ay doğar!

💕Mihrü Mah eşittir Güneş ve Ay.

💫💫Bu nasıl akıllara ziyan bir hesaplamadır; nasıl bir güzellik anlayışıdır...(internetten alıntı)




ŞARKILARDA GİZLİYDİ ONLARIN BÜYÜK AŞKI..


💫Çiğdem Talu, Ercüment Ekrem Talu’nun torunu ve Recaizade Mahmut Ekrem’in torununun kızı. Edebiyatçı bir aileden geliyor yani. Filoloji eğitimi aldı, 17 yıl bir özel okulda İngilizce öğretmenliği yaptı.

   Mutsuz bir evlilikten sonra, şarkı sözü yazarlığına başladı. Kader karşısına 24 yaşında bir kimya mühendisini çıkarmıştı: Melih Kibar. Kendisi o zaman 36 yaşındaydı.

💫Çiğdem şarkı sözü yazıyor, Melih beste yapıyordu. Sekiz sene beraber çalıştılar, 270 şarkı yaptılar. Melih’in ifadesiyle öyle görür görmez aşık olmadılar birbirlerine. Önce, ”İşte öyle bir şey,” derken ısındılar birbirlerine, sonra da

Bende bu cehennem gibi yürek olmasa,

Bende deli rüzgâr gibi hasret olmasa,

Bir de cana can katan o sevdan olmasa,

Ah bu hayat çekilmez” diyerek sanki bir şeyler anlatmak istiyorlardı.

Birlikte gittikleri Sopot Festivalinde, artık her şey ayan beyandı. Ama Çiğdem korkuyordu. “Kocaman kadının çıtır sevgilisi var.” dedirtmek istemiyordu.

💕Sonra zoraki bir ayrılık… Melih yüksek lisans yapmak için Londra’ya gitti. Ama aşk aşktır. Çiğdem sevdiği adamı görebilmek için fırsat buldukça Londra’ya uçtu.

💫İki sevgili, 1976 sonunda İstanbul’da buluştular ve 1977’yi Tarabya’da bir restoranda birlikte karşıladılar. İlhan İrem ve Erol Evgin’in desteğiyle Melih Çiğdem'e dedi ki;

Çiğdem, Çiğdem, çiçeklerin en güzelisin sen

Bilmem ki bundan başka sana neler söylesem

Şarkılara can veren ilham meleğimizsin sen…

💫Ama aradaki yaş farkı hep duvar gibi durdu karşılarında. Dostça ayrıldılar, birleşmeden. Saray terbiyesiyle yetişmiş Çiğdem, bu farkı anlatamıyordu mantığına. Ama birlikte çalışmayı, birlikte üretmeyi sürdürdüler.

  1980’lerin başında göğüs kanseri dediler Çiğdem’e. Geç konulmuş bir teşhisti. Çiğdem bu sefer Londra’ya tedavi için gidip geliyordu. Neşeli görünmeye çalışıyordu. Ama lanet bir hastalıktı bu. Bir türlü geri adım atmıyordu. Masraflar artmıştı.

Dostları bir araya geldi, Çiğdem’e destek için. “Çiğdem Talu’ya Selam” adıyla bir konser düzenlediler. O gece bütün dostları şarkı söyledi.

Ama 28 Mayıs 1983’te gazetelerde bir haber vardı: “Şarkılar Öksüz Kaldı.” Evet, şarkılar öksüz kalmıştı ve Çiğdem artık şarkılarıyla anılacaktı.😢

💫Çiğdem’in ölümünden sonra Melih kapkaranlık bir sessizliğe büründü. Artık eskisi gibi beste yapamıyordu. Son olarak geçti piyanosunun başına ve selam gönderdi Çiğdem’ine, “Sessiz Veda” şarkısıyla.

💫Ya, sonra mı? Melih de kansere yakalandı ve 7 Nisan 2005’te Çiğdem’ine kavuşmak için kapadı gözlerini. Tıpkı Çiğdem gibi, aynı arkadaşları aynı camiden, Bebek’ten sonsuzluğa uğurladı Melih’i😔

♥️♥️İşte, yaşanmış ama bitmemiş bir aşk hikayesi…

Seni düşündüm dün akşam yine.

Sonsuz bir umut doldu içime.

Bir de kendimi düşündüm sonra.

Bir garip duygu çöktü omzuma.

Hani ıssız bir yoldan geçerken,

Hani bir korku duyar da insan,

Hani bir şarkı söyler içinden,

İşte öyle bir şey.

Hani eski bir resme bakarken,

Hani yılları sayar da insan,

Hani gözleri dolar ya birden,

İşte öyle bir şey, işte öyle bir şey.

Seni düşündüm dün akşam yine.

Bir garip huzur doldu içime.

Bir de kendimi düşündüm sonra.

Bir garip duygu çöktü omzuma.

Hani yıldızlar yanıp sönerken,

Hani bir yıldız düşer de insan,

Hani bir telaş duyar da birden,

İşte öyle bir şey.

Hani yağmurlar yağar ya bazen,

Hani gök gürler ya arkasından,

Hani şimşekler çakar peşinden,

İşte öyle bir şey, işte öyle bir şey. 😔t


Çiğdem Talu       

Melih Kibar