Mayıs 09, 2023

İyilik et denize at, balık bilmezse Halik bilir

 

İskoçya’da yoksul mu yoksul Fleming adında bir çiftçi yaşardı. Bir gün tarlada çalışırken bir çığlık duydu.

Sesin geldiği yere koştuğunda, bataklığa beline kadar batmış bir çocuğun, kurtulmak için çırpındığını gördü. Çocuk, bir yandan da avazı çıktığı kadar bağırıyordu.

Çiftçi çocuğu bataklıktan çıkararak ölümden kurtardı.

Ertesi gün Fleming’in evinin önüne gelen gösterişli arabadan şık giyimli bir aristokrat indi.

Çiftçinin kurtardığı çocuğun babası olarak tanıttı kendisini.

-Oğlumu kurtardınız, size bunun karşılığını vermek istiyorum, dedi.

Yoksul ve onurlu Fleming;

-Kabul edemem! diyerek ödülü geri çevirdi.

Tam bu sırada kapıda çiftçinin küçük oğlu göründü.

-Bu senin oğlun mu? Diye sordu aristokrat.

Çiftçi gururla;

-Evet! Dedi.

Aristokrat devam etti;

-Gel seninle bir anlaşma yapalım. Oğlunu bana ver iyi bir eğitim almasını sağlayayım. Eğer karakteri babasına benziyorsa ileride gurur duyacağın bir kişi olur.

Bu konuşmalar sonunda Fleming’in oğlu aristokratın desteğinde eğitim gördü.

Aradan yıllar geçti.

Çiftçi Fleming’in oğlu Londra’daki St. Mary’s Hospital Tıp Fakültesi’nden mezun oldu ve tüm dünyaya adını “Penisilin”i bulan Sir Alexander Fleming olarak duyurdu.

Bir süre sonra aristokratın oğlu zatürreye yakalandı.

Onu Penisilin kurtardı!

Aristokratın adı: Lord Randolp Churchill’di…

Oğlunun adı ise: Sir Winston Churchill.

Çiftçinin oğlu: Sir Alexander Fleming’di.  Alıntı

Mayıs 07, 2023

ANNELER GÜNÜ'NÜN ARKASINDAKİ HÜZÜNLÜ HİKAYE

 


Hayatı boyunca "Anneler Günü"nün tüm dünyada kutlanması için uğraşan Anna Jarvis 1864 yılında doğdu...13 çocuk doğuran bir annenin 10’uncu çocuğuydu. Ama ne yazık ki kardeşlerinden birçoğu ölmüştü. Hayatta kalan 4 çocuktan biriydi Anna...

Annesi Ann Maria Reeves Jarvis öğretmendi ve savaşa şiddetle karşı çıkıyordu...Amerikan iç savaşı sırasında anneleri her iki tarafın da yaralılarına bakmaları ve ihtiyaçlarını gidermeleri konusunda teşvik ve organize ediyordu...Savaş bittikten sonra annelerin daha aktif ve daha sosyal olmaları konusunda bir kampanyayı yürütmeye karar verdi...Çünkü dünyayı kurtaracak olan tek şeyin anneliğin şefkati olduğuna inanıyordu.

1876’da, 12 yaşındaki kızı Anna Jarvis’in de aralarında bulunduğu öğrencilerine bir sabah “Umuyorum ki bir gün birileri insanlığa yaptığı yardımlarından dolayı unutulmaz bir anneler gününde anılır” demişti....Anna, o günü asla unutmadı.

1905 yılı Mayıs ayının ikinci pazar gününde annesini kaybettiğinde 41 yaşındaydı ve annesine yaşarken yeterince ilgi göstermediğini düşünüyor, çok üzülüyordu.
1907’de acısını dindirmek için arkadaşlarıyla birlikte Mayıs ayının ikinci pazar günü, hayatta olan ya da olmayan tüm anneler için kutlama yapmaya karar verdi.

1 yıl sonra kutlamalar gitgide yaygınlaştı...1908’de ilk Anneler Günü, Anna’nın annesinin 20 yıl öğretmenlik yaptığı kilisede düzenlenen etkinlikte 407 çocuk ve annelerin katılımıyla kutlandı...Gelenlere annesinin en sevdiği çiçek olan beyaz karanfil dağıtıldı. 7 yıl boyunca “Anneler Günü”nün resmi olarak ilan edilmesi için uğraştı. Siyasetçilere, valilere ve din adamlarına yüzlerce mektup yazdı. Anneler Dünü Derneğini kurdu. “Anneler Günü” ve “Mayısın ikinci pazarı” cümlelerini kendi üzerine tescil ettirdi....Kampanyası nihayet 1914’de amacına ulaştı ve Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Wilson "Anneler Günü"nü resmen ilan etti...Sembolü de beyaz karanfil oldu.

🌼Anna hiç evlenmedi ve çocuğu olmadı. Girişken, özgüvenli ve zeki oluşuyla dikkat çeken, mavi gözlü, açık kahverengi saçlı güzel bir kadındı. Hep yakası açık giyinir, inci kolye ve mavi şapka takardı. 
Anneler Günü’nün zaman içinde ticari amaçlara alet edilmesinden son derece rahatsızdı ve bununla savaşmak için aile servetini harcadı....Kâr gözetme peşinde olanlara karşı kampanyalar düzenledi, büyük şirketlere davalar açtı ama maalesef davaları kazanamadı!!! Sonunda onun saf duygusu da tüketim çılgınlığına yenik düşmüştü...

💫Ömrünün son 10 yılında gözleri görmeyen kardeşiyle yaşadı... Evdeki kalın perdeler,  kırık camlar arkasında, duvarda annesinin koca bir portresi ile "Anneler Günü" geleneğinin başlamasına neden olduğu için üzgün, kırgın ve yalnız bir şekilde 1948 yılında hayata gözlerini yumdu...

 Alıntı

Mayıs 06, 2023

Filiz Akın


 HAYATIN PROVASI OLUR MU?

27 yıldır aynı hayatı paylaştığı

üçüncü eşi

Yeşilçam’ın…

Avrupai yüzü, kolejli kızı, sarışın yıldızı ünlü eşini bir cümlede şöyle anlatıyor:

“Orkideye benzer o, beyaz orkideye… Zarif, güzel ve dayanıklı... Ama özen ister, ayrı bir ilgi ister…”

***

78’li yaşın ortasını geride bıraktı; hala…

Çok özel, çok güzel, çok sevgi dolu,

***

Yeşilçam’ın yarım asırlık…

Ünlü “Dört Yapraklı Yoncası”nın iki numarası…

O’ndan bir yaş büyük…

Sadece Fatma Girik usta var…

***

Gözlerini dünyaya Türkiye’nin başkentinde açan…

Ender şöhretlerden biri…

Anne kadın terzisi, baba adalet dağıtan bir hakim…

Bi’yanı Arnavut, bi’yanı Çerkez…

Yedi yaşında annesiyle babası boşandı…

Küçükten azimliydi…

Ortaokul ve liseyi Ankara Koleji’nde yatılı ve burslu tamamladı…

Muazzam bir taklit yapma yeteneği vardı…☑️

Koleji birincilikle bitirdi…

Ana dili gibi İngilizce konuşuyordu…

Bir Amerikan seyahat şirketi…

Taş bebek gibi o sarışın kızı havada kaptı…

Ankara temsilciliğinde masa verdi…

Fransızca ve İtalyanca’ya da hakim oldu…

Bunları yaparken…

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’ne başladı…

Arkeoloji bölümünü seçti; çünkü devam mecburiyeti yoktu…

***

O sırada “Artist Dergisi” sinema yıldızı yarışması açmıştı…

Arkadaşının annesi…

O sarışın güzelin fotoğraflarını gizlice gönderdi…

Birinci oldu; yıl 1962…

Aynı yıl, sözleşmelere imzaları çaktı; geçti kameraların karşısına…

Doğuştan oyuncuydu sanki…

Beyaz perdeye “Akasyalar Açarken” filmiyle giriş yaptı...

Göksel Arsoy’la oynadı; gişeler patladı…

Türk Sineması’nda ilk kez…

Esas oğlan ile esas kız “sarışın”dı; ilgi büyük oldu…

Şahane roller üstlendi

***

Cüneyt Arkın’la oynadığı “Gurbet Kuşları” bir klasiktir…

Bi’daha öylesi bir “Göç Filmi” yapılamadı…

10 yılda (1962-1972) 120’ye yakın filmin başrolüne imza attı…

Bu arada anne oldu…💕

İlk eşi Türker İnanoğlu’ndan doğan…

İlker İnanoğlu, bugün 56 yaşında…

***

Türker İnanoğlu’ndan boşandığında…

Takvimler 1974’ü gösteriyordu…

Son olarak…

“Babaların Babası” filmini çekti; Yeşilçam’a veda etti…

Kasım 1975 - Mayıs 1981 arasında…

Ekonomik nedenlerle şarkıcılık yaptı…

Sonra…

Bi’anda sevenlerini şaşırttı; müthiş bir sürpriz yaptı…

Ermeni asıllı Türk işadamı Leon Bubi Rubinstein’la…

İkinci evliliği için nikah masasına oturdu…

Evlilikleri…

Türkiye’den uzak Fransa’nın başkenti Paris’te 11 yıl sürdü…

Boşandılar…

14 yıl aradan sonra…

“Geçmiş Bahar Mimozaları” dizisi için yeniden kamera karşısına geçti…

Bir de kitap yazdı; adı “Güzelliklere Merhaba”…🙋

***

Sonrası ilginç…

1994'te dönemin MİT müsteşarı Sönmez Köksal ile evlendi…

2002 yılı gelip çattığında…

Nazofarenks (üst yutak) kanserine yakalandığını öğrendi…

Gördüğü ağır kemoterapi ses tellerine zarar verdiği için…

Sesi değişmişti; yılmadı…

Ayrıca kulağında işitme kaybına yol açtı, o melun hastalık…

Sevenlerinin duasıyla kanseri yendi…

O süreci anlatan “Hayata Merhaba” kitabını yazdı…💯

***

10 yıl önce…

“Gün Akşam Oldu” dizisi için son kez…

O da bir bölümlüğüne, kamera karşısına geçti…

Tadını çıkardı; “Bu kadar yeter” dedi…

***

Oyunculuk kariyerinin ilk yıllarında…

Şımarık zengin kız rollerini oynayan…

Sonraki filmlerinde daha çok masum, kırılgan ve…

Fedakar kadınları canlandıran…

Yeşilçam’da “siyah saçlılar”ın saltanatını yıkan…

Türk Sineması’nda…

Sarışın “esas kadın” sayfasını açan FilizAkın…

Hayatın Provası Yok” adlı son kitabıyla hayatını bizlere anlatıyor.

Okuyanınız var mı ♥️




Alıntı