Mayıs 13, 2023

Annem gitti belki ama mitokondrisi bende kaldı...’

 

Şikago'da yaşayan ünlü Türk genetikçi Hande Özdinler'in annesinin vefatından sonra yazdığı hem bilimsel hem de duygusal yazısı

Annem vefat etti, onu yıkadık, pakladık, demir tabuta koyup Türkiye’ye uçakla getirdik. Oğlunun üstüne, eşinin yanına, toprağın içine sanki bir tohum eker gibi nazikçe, dualarla bıraktık. Bir ömür bitti, annem gitti...

Ama annemin mitokondrisi bende kaldı. Benim hücremde, benim her hücremde annemin mitokondrisi var. Her nefes alışımda, her kalp atışımda, her elimi uzatışımda, her düşüncemin başlangıcında, ne için enerji harcıyorsa bu vücudum işte orda annemin mitokondrisi var. Annem gitti belki ama mitokondrisi bende kaldı...’

Enerji santrali, kaynağı anne

İnsanın başlangıcı olan o ilk iki hücrenin yumurta olanı büyük ve zengindir. İçinde bir hücrenin yaşaması, çoğalması, değişmesi için gerekli olan her şeye ve bir ömür gerekli olacak enerjiyi üretecek mitokondriye de sahiptir.

Mitokondri, hücreye enerji veren, canlı olmasının temelini sağlayan organeldir ve babadan değil, anneden gelir. Anne her çocuğuna enerjisini verir, enerji üretme mekanizmasını verir. Harcanan her enerji annenin çocuğuna verdiği mitokondriden gelir.

Dolayısıyla anneler vefat edebilir ama anneler ölmez!!! Biz farkında olmadan annelerimizi gizli bir şifre gibi her hücremizin içinde taşırız. Annemiz vefat etse de bize enerji vermeye devam eder. Ben bunu yazarken ve siz bunu okurken annelerimizin bizlere miras bıraktıkları mitokondrinin ürettiği enerjiyi kullandık farkında mısınız...☺️

Mitokondri hücre içindeki organellerin en karmaşık ve ilginç olanlarından biri. Kendine has DNAsı var, kendine özgü kişiliği var, kendisine has proteinleri var, çalışma mekanizması ve prensibi var. Hem enerji üretir hem hücreyi ölümlerden korur, bölünür, çoğalır, hücre içinde dolaşır, nerede enerji lazım oraya gider.

Hücre içinde sanki annemizmiş gibi çalışmaya biz ölünceye kadar devam eder. Ve her kadın mitokondrisini çocuğuna armağan eder, dolayısıyla hayat enerjisi anneden anneye geçer.

Bu yüzdendir ki kim nerden gelmiş, kim kimin atası diye insanlık tarihi araştırması yapıldığında erkeğe değil, kadına bakarlar. Analarımızın mitokondri DNA’sına, o DNA’nın nerelere gittiğine, kimlerden kimlere geçtiğine bakarak yaşam enerjisinin haritasını çıkararak bilirler kimiz ve nereden geldik...

Ben bugün laboratuvarımda mikroskopumun başında annemi düşünüyorum. 15 Ağustos sabahı vefat etti annem, elimden bir su tanesi gibi kayıp gitti...

Annem benim vefat etti ama ölmesi mümkün değil, çünkü mitokondrisi bende kaldı...

Mayıs 09, 2023

İyilik et denize at, balık bilmezse Halik bilir

 

İskoçya’da yoksul mu yoksul Fleming adında bir çiftçi yaşardı. Bir gün tarlada çalışırken bir çığlık duydu.

Sesin geldiği yere koştuğunda, bataklığa beline kadar batmış bir çocuğun, kurtulmak için çırpındığını gördü. Çocuk, bir yandan da avazı çıktığı kadar bağırıyordu.

Çiftçi çocuğu bataklıktan çıkararak ölümden kurtardı.

Ertesi gün Fleming’in evinin önüne gelen gösterişli arabadan şık giyimli bir aristokrat indi.

Çiftçinin kurtardığı çocuğun babası olarak tanıttı kendisini.

-Oğlumu kurtardınız, size bunun karşılığını vermek istiyorum, dedi.

Yoksul ve onurlu Fleming;

-Kabul edemem! diyerek ödülü geri çevirdi.

Tam bu sırada kapıda çiftçinin küçük oğlu göründü.

-Bu senin oğlun mu? Diye sordu aristokrat.

Çiftçi gururla;

-Evet! Dedi.

Aristokrat devam etti;

-Gel seninle bir anlaşma yapalım. Oğlunu bana ver iyi bir eğitim almasını sağlayayım. Eğer karakteri babasına benziyorsa ileride gurur duyacağın bir kişi olur.

Bu konuşmalar sonunda Fleming’in oğlu aristokratın desteğinde eğitim gördü.

Aradan yıllar geçti.

Çiftçi Fleming’in oğlu Londra’daki St. Mary’s Hospital Tıp Fakültesi’nden mezun oldu ve tüm dünyaya adını “Penisilin”i bulan Sir Alexander Fleming olarak duyurdu.

Bir süre sonra aristokratın oğlu zatürreye yakalandı.

Onu Penisilin kurtardı!

Aristokratın adı: Lord Randolp Churchill’di…

Oğlunun adı ise: Sir Winston Churchill.

Çiftçinin oğlu: Sir Alexander Fleming’di.  Alıntı

Mayıs 07, 2023

ANNELER GÜNÜ'NÜN ARKASINDAKİ HÜZÜNLÜ HİKAYE

 


Hayatı boyunca "Anneler Günü"nün tüm dünyada kutlanması için uğraşan Anna Jarvis 1864 yılında doğdu...13 çocuk doğuran bir annenin 10’uncu çocuğuydu. Ama ne yazık ki kardeşlerinden birçoğu ölmüştü. Hayatta kalan 4 çocuktan biriydi Anna...

Annesi Ann Maria Reeves Jarvis öğretmendi ve savaşa şiddetle karşı çıkıyordu...Amerikan iç savaşı sırasında anneleri her iki tarafın da yaralılarına bakmaları ve ihtiyaçlarını gidermeleri konusunda teşvik ve organize ediyordu...Savaş bittikten sonra annelerin daha aktif ve daha sosyal olmaları konusunda bir kampanyayı yürütmeye karar verdi...Çünkü dünyayı kurtaracak olan tek şeyin anneliğin şefkati olduğuna inanıyordu.

1876’da, 12 yaşındaki kızı Anna Jarvis’in de aralarında bulunduğu öğrencilerine bir sabah “Umuyorum ki bir gün birileri insanlığa yaptığı yardımlarından dolayı unutulmaz bir anneler gününde anılır” demişti....Anna, o günü asla unutmadı.

1905 yılı Mayıs ayının ikinci pazar gününde annesini kaybettiğinde 41 yaşındaydı ve annesine yaşarken yeterince ilgi göstermediğini düşünüyor, çok üzülüyordu.
1907’de acısını dindirmek için arkadaşlarıyla birlikte Mayıs ayının ikinci pazar günü, hayatta olan ya da olmayan tüm anneler için kutlama yapmaya karar verdi.

1 yıl sonra kutlamalar gitgide yaygınlaştı...1908’de ilk Anneler Günü, Anna’nın annesinin 20 yıl öğretmenlik yaptığı kilisede düzenlenen etkinlikte 407 çocuk ve annelerin katılımıyla kutlandı...Gelenlere annesinin en sevdiği çiçek olan beyaz karanfil dağıtıldı. 7 yıl boyunca “Anneler Günü”nün resmi olarak ilan edilmesi için uğraştı. Siyasetçilere, valilere ve din adamlarına yüzlerce mektup yazdı. Anneler Dünü Derneğini kurdu. “Anneler Günü” ve “Mayısın ikinci pazarı” cümlelerini kendi üzerine tescil ettirdi....Kampanyası nihayet 1914’de amacına ulaştı ve Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Wilson "Anneler Günü"nü resmen ilan etti...Sembolü de beyaz karanfil oldu.

🌼Anna hiç evlenmedi ve çocuğu olmadı. Girişken, özgüvenli ve zeki oluşuyla dikkat çeken, mavi gözlü, açık kahverengi saçlı güzel bir kadındı. Hep yakası açık giyinir, inci kolye ve mavi şapka takardı. 
Anneler Günü’nün zaman içinde ticari amaçlara alet edilmesinden son derece rahatsızdı ve bununla savaşmak için aile servetini harcadı....Kâr gözetme peşinde olanlara karşı kampanyalar düzenledi, büyük şirketlere davalar açtı ama maalesef davaları kazanamadı!!! Sonunda onun saf duygusu da tüketim çılgınlığına yenik düşmüştü...

💫Ömrünün son 10 yılında gözleri görmeyen kardeşiyle yaşadı... Evdeki kalın perdeler,  kırık camlar arkasında, duvarda annesinin koca bir portresi ile "Anneler Günü" geleneğinin başlamasına neden olduğu için üzgün, kırgın ve yalnız bir şekilde 1948 yılında hayata gözlerini yumdu...

 Alıntı