Temmuz 23, 2025

📱 “Teknoloji gelişti, insan evrildi… ama tersine mi?”

 

3000 yılına gittiğimizde insanlar daha zeki değil, daha eğik, daha çökük ve daha garip olabilir.

Uzmanlara göre ekranlara bakmaktan:

 • 🧠 Kafatasımız kalınlaşacak,

 • 🦴 Vücudumuz kamburlaşacak,

 • 👁 İkinci göz kapağımız oluşacak,

 • 🦍 Ellerimiz pençeye dönecek.

Ve en kötüsü: kollarımız dümdüz duramayacak!

Yani evrim değil, “teknolojinin yan etkisiyle” şekil bozukluğu yaşanacak.

📌 Not: Bu modelin adı Mindy ve gelecekte ekran bağımlılığı sonucu evrilen insan bedeninin bir simülasyonu. Ciddiyet oranı tartışmalı ama mesajı net:

Ekranlara değil, hayata bakmayı da unutma. #teknoloji #telefon #trending #lifestyle

Temmuz 18, 2025

Mutlu olduğun yere geri dönme!

 

"Mutlu olduğun yere geri dönme.

Bu, melankolik bir tuzaktır…

Her şey değişir ve hiçbir şey eskisi gibi kalmaz — sen bile.

Aynı manzaraları ya da aynı insanları arama.

Zaman kirli oynar; bir gün seni mutlu eden her şeyi mutlaka yıkar.

Bir zamanlar mutlu olduğun yere geri dönme.

Orayı hafızanda sakla, olduğu gibi… ama geri dönme.

Hayat devam ediyor.

Keşfedilecek yeni yollar,

Gezilecek yeni yerler var.

Ve başkaları bizi bekliyor."


— Roberto De Niro

Temmuz 15, 2025

 

70 yaşındayım ve çocuğum olmadığı için kesinlikle pişman değilim. Özlemek hiç hissettirmedi. Hayatım tam da seçtiğim şekilde dolu.

Benim adım Carmen Morales ve Salamanca yakınlarında küçük bir köyde yaşıyorum, evlerin hâlâ eski fayansları ve pencerelerden sardunyaların taştığı yerde. Birkaç hafta önce fizik terapi seansında sıramı beklerken günlerce düşündüren bir kadınla tanıştım.

Zarif, gümüş topuz içinde saçlar, podyuma layık bir ceket — sonradan öğrendim ki, mahallede bir terzide yaptırmış.

Benden daha genç olduğunu düşünmüştüm, belki de 50. Ama emekliliğinden bahsedince şaşırdım; altmış iki yaşında. Derin bir kırışıklık değil, sadece gülmenin çizdiği göz çevresindeki bazı yumuşak çizgiler.

— "İstediğim gibi yaşarım," dedi boynuna bir atkı takarak. "Kimseye hiçbir şey borçlu değilim.

İlk kocası Luis, beş yıl beraber kaldıktan sonra onu terk etmiş.

— "Başından beri açıktım: Çocuk istemiyordum." Ama otuzuna geldiğinde, bir varis olmadan hayatın anlamsız olduğu fikriyle baş etmiş.

— "Sırf toplum öyle istiyor diye çocuk sahibi olmak, kendine ihanet etmektir."

İkinci arkadaşı Antonio’nun zaten ergen bir oğlu varmış.

— "Marcos’un hayatımdaki tek çocuk olacağı konusunda anlaşmıştık."

Ama üç yıl sonra Antonio, dağlarda yürüyüş yaparken aniden ölmüş.

— "Hiç yalnız hissettin mi?" diye sordum.

Gülümsedi.

— "Hayır. Özgür hissettim. Sabah Sabina ile dans ediyorum, öğleden sonra Benedetti okuyorum. Cumartesi antika pazarı ve pazar filmleri arkadaşlarımla."

— "Ve yaşlılık, bu seni rahatsız etmiyor mu?" diye cesaret ettim sormaya. Huzurevinde kalan, çocukları ona bakamayan veya bakmayan bir komşuyu düşündüm.

— "İhtiyacım olan şeyler için birikimlerim var. Meşhur bir bardak suya ne dersiniz? Komşunun oğlu, memnuniyetle çikolata karesi karşılığında getiriyor."

Gülüşü berraktı, bulaşıcıydı, şafak vakti kilisedeki çanlar gibi.

Arkadaşlarının çoğunun ilaçlarının ve hiç gelmeyen çağrılarının esiri olduğunu söyledi. Bu arada, seyahat ediyor, kendisine çiçekler sunuyor ve hâlâ kırmızı topuklulara cesaret ediyor.

— "Mutluluk çocuk sahibi olmak değildir. Bu, bir seçim yapmakla ilgili," giderken bana söyledi.

O akşam penceremden güneşin batışını izlerken, üç çocuk büyüten ve şimdi Zaragoza’da büyük bir dairede tek başına yaşayan arkadaşım Teresa’yı düşündüm. Çocukları, iş ve seyahat arasında, ona zar zor yazıyorlar.

Peki klinikte tanıştığım bu kadın?

Tiyatro biletleri, şarkı grubu, projelerle dolu bir programı var.

Hikâyesi anne baba olanlara ayıp değildir, ama başkalarının seçimlerini yargılayanlara bir hatırlatma.

Çünkü her hayat kendi yolunda çiçek açar.

💕Bazısı aileyle, diğerleri seçilmiş bir yalnızlık içinde. Amaa hepsi, gerçeklikle yaşanırsa, kutlanmayı hak eder.

Temmuz 12, 2025

ÇOCUK DEHŞET İÇİNDE ÇIĞLIK ATIYOR, BABA YANINDA GÜLÜYOR

 

Gümüldür’de halkın denize rahat ulaşabildiği bir mekanda tatildeyim. Bölgenin güzel bir kumsalı var ve bayram nedeniyle sahil pek kalabalık. Kitap okuduğum yerden çocukların denizden gelen acı çığlıklarını duyuyorum; sanki biri bıçakla kolunu omuzundan ayırırcasına çocuk feryat ediyor, çığlık çığlığa, dehşet içinde. Bir ara çığlık çocuğun suya batırılışıyla ağzında boğularak kesiliyor ve sonra daha dehşetli bir yaygara ortaya yayılıyor. Bulunduğum yerden kalkıp yürüyorum ve görüyorum, bir büyük, muhtemelen çocuğun annesi, babası ya da çok yakını olan bir büyük, çocuğun dehşetle bağırmasına, çığlıklar atmasına, çırpınmasına aldırmayarak, yüzünde bir gülümseme ile onu denize sokuyor, batırıp çıkarıyor.

 Ve etraftan hiç kimse, “burada yanlış bir şeyler yapılıyor!” şeklinde dönüp bakmıyor. Kimsenin umurunda değil, çocuğun dehşet dolu çığlığını, korkusunu, doğal bir olay olarak karşılıyorlar; duymuyormuş gibi bir tavır içindeler.

İçimde bir acı var. Bir anım canlandı. Ben Doğan Cüceloğlu, bu büyüklerin yaptığının aynısını kızım Ayşen’e, 1970 yılın Taşucunda kumsalda yapmıştım. Evet ben Doğan Cüceloğlu psikoloji alanında doktoram vardı; 32 yaşındaydım. Onu zorla denize sokarken, o çırpınıp, korkuyla bağırırken, ben yüzümde bir gülümseme onun kafasını suya sokup çıkarıyordum. O zamanki Amerikalı eşim Emily telaşla, yüzünde bir dehşet ifadesiyle beni çağırdı; inanamaz gözlerle ve öfkeyle bana bakıyordu. Ayşen’i kendisinin denize sokacağını söyledi. Ve iki saat kumsalda birlikte yürüdüler, ara sıra Ayşen ayağını denize sokuyor, sonra çekiyordu. Bir süre sonra Emily ayak bileklerine kadar denize girdi ve “istersen elimden tutabilirsin!” dedi. Üç saat sonra Ayşen kahkahalar ile sevinç çığlığı atarak annesiyle denizde denize dalıp çıkıyordu.

Evet Emily üç saat emek verdi. Çocuklarına ne yaptıklarını bilseler gördüğüm bu anneler, babalar büyükler de seve seve o zamanı verirler. Çocuklarına bu dehşet anlarını yaşatanlar çocuklarını sevmeyen, önemsemeyen insanlar değiller. Bazıları gözünü kırpmadan o çocuk uğruna kendi hayatını tehlikeye atar.

Çocuk dediğimiz küçük insanların duygularını ve düşüncelerini önemsemiyoruz. Onların halinden anlamıyoruz. Çocuğu dehşet ve korku içinde denize sokarak ona kötülük yaptığımızın farkında olmayan bir toplumuz.

Çocuğun korku, dehşet dolu gözlerle avaz avaz bağırışına gülümseyen büyüklerin kendilerini güçlü hissetmekten gelen bir gülümsemeleri var ya, işte korku kültürünün lanetlenesi kendini güçlü hissetme düşkünlüğünü orada görüyorum. Karşıdakini aciz bırakarak kendini güçlü görme düşkünlüğü. Korku kültürünü anlamadan bu toplumu anlamayacağımızı düşünüyorum.

 

Günleriniz gönlünüzce olsun.

 

Doğan Cüceloğlu / 8 Temmuz 2016