Ağustos 23, 2022

Uyan Sunam Hikayesi!

Suna, Fahri Kayahan'ın eşidir,Fahri çok severmiş Suna'sını. Sık sık sevdiğini dile getirmiş Fahri. Bıkmadan usanmadan severmiş.

 Malatya’ da yaşıyorlar eşi ile Fahri Bey.Suna’nın ona yalan söylemediğini de bilir.. Kadınlar o dönemde sürekli hamamlara gider… İşte o hamam eğlencesinden birinde Suna’nın sırtında bulunan ve asla görünme ihtimali olmayan bir ben dikkatini çeker hamamda bulunan ve Suna’nın yakın arkadaşı olan Neriman Hanım’ın…


Neriman Hanım akşam eve geldiğinde eşi Mustafa Bey ile konuşurken arkadaşının sırtında ben olduğunu ağzından kaçırır.Aradan zaman geçer… Fahri Kayhan bir gün evlerinin yakınında bulunan kahvede Mustafa Bey ile karşılaşır… Aralarındaki sohbet tartışmaya dönüşür ve olay arbedeye gidecekken Fahri Kayhan hiddetle cevap verir Mustafa Bey’e: “Bir daha karşıma çıkma, seni el aleme rezil ederim.” Bunun karşısında Fahri Kayhan’ı yaralamak için Mustafa Bey’in dudaklarından vaktiyle eşinin ona söylediği sözler dökülür: “Sen benimle uğraşacağına kendi karına sahip çık, ben senin karının sırtındaki beni bile bilirim.”


Fahri Kayhan neye uğradığına şaşırır.İnanamaz Sunasının kendisine ihanet ettiğine, ama bu başına gelen nedendir? El adamı, Suna’nın sırtındaki beni nerden bilecektir? Bu sorular kafasında iken eve varır, dayanamaz ve karşısına alıp Suna’yı durumu anlatır… Eşi ağlar, yanar, yakılır,yeminler eder Fahri Kayhan’a: “Aman beyim etme” der, “Bakar mıyım senden bir başkasına?”

O gece tartışmadan sonra Fahri Kayhan eşine sarılır, ve ikna olduğunu söyleyip konuyu kapatır… Lakin durum hiç de öyle olmaz… O günden sonra istemeden de olsa aklında hep o şüphe kalır ve eşi de bunu hisseder.


Günlerden bir gün akşam yemekte çıkan tartışma sonrasında Fahri Kayhan aynı konuyu açarak evden çıkıp gider ve eve geldiğinde hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır. Eve girer ve karısı Suna, kendini asmıştır… Sallanan ayağının dibinde elinden düşmüş bir mektup durmaktadır. O mektupta Suna son sözlerinde şunları yazmıştır: “Kusura bakma beyim, ama günlerdir kafandaki soru işaretlerinin sebebini bilmekteyim… Kendimi temize çıkarmak için başka yol göremedim. Şunu bil ki, ben sana hiç ihanet etmedim… “

Fahri Kayhan gözyaşları ile Suna’ nın bedenini ipten ayırır, yere yatırır… Islak gözlerini silerken bir bakar ki hava aydınlanmıştır… İçindeki yangın öyle büyüktür ki, sözün bittiği yerde, kelimelerin küllerinden o meşhur türküyü yakmıştır:

Şafak söktü, Suna’m yine uyanmaz

Hasret çeken gönül derde dayanmaz

Çağırırım Suna’m sesim duyulmaz

Uyan Suna’m uyan, derin uykudan

Nice diyar gezdim gözlerin için

Niye kızdın bana el sözü için

Dilerim Allah’tan sızlasın için

Uyan Suna’m uyan derin uykudan

Çektiğim gönül elinden

Usandım gurbet elinden

Hiç kimse bilmez halimden

Uyan Suna’m, derin uykudan…”

Ağustos 17, 2022

İYİLİK UNUTULMAZ Kİ…

 

1963 yılının bir sonbahar günü… Varan Turizm'in o zaman Ankara'da bulunan Küçük Tiyatro’nun hemen bitişiğindeki terminalinden İstanbul otobüsü hareket etmek üzere. Terminalde bir hareketlilik var. 

14-15 yaşlarında, Çocuğunun elinden tutmuş bir baba, otobüse yaklaşarak kaptan şoföre:"Oğlum Galatasaray Lisesi’ne gidiyor, yatılı okuyacak. Onu yalnız gönderiyorum, İstanbul’da güvenilir bir taksiye bindirip okuluna yollar mısın?” diyip ekliyor: “Valizini de unutmasın."

Kaptanın cevabı "Elbette siz hiç merak etmeyin," oluyor. Endişeli baba, nemli gözlerle, hareket eden otobüsün arkasından el sallıyor.

İki gün sonra baba, telaşlı bakışlar ve heyecanlı adımlarla terminale geliyor. "Oğlumu Taksim'den Galatasaray Lisesi'ne götüren şahsın kim olduğunu öğrenmek istiyorum," diyor.

İstanbul terminalimizi arayıp soruyoruz; fakat ilginçtir ki arkadaşlarımız bize bu şahsın kim olduğunu söylemek istemiyorlar.

Babanın telefon numarasını alıp ona sonucu bildireceğimizi söylediğimizde ise daha fazla dayanamayan baba gözyaşları içinde anlatmaya başlıyor.

"Yahu kardeşim, o kişi kimse, oğlumla beraber idareye gitmiş. Kayıt işlemlerini tek tek tamamlatmış. Bavulunu taşımış, teslim edilen eşyaları almış. Sonra yatakhanede onun çarşafını sermiş, nevresimini takmış, dolabını yerleştirmiş." Baba hıçkırarak anlatmaya devam ediyor.

"Ben ya da annesi gitseydik biz de aynısını yapardık," diyor. Derin bir “oh” çekiyoruz. Oysa ki hiç de alışık olmadığımız bir şikâyet dinleyeceğiz korkusunu yaşıyorduk…

Bu kez daha ısrarlı bir biçimde çocuğu okula götüren şahsın kim olduğunu öğrenmeye çalışıyoruz. Epey uğraştan sonra da hayretle öğreniyoruz kim olduğunu.

 Çocuğu Galatasaray Lisesi'ne götüren şahıs Nevzat Hüseyin Pekuysal… Şirketin sahibi.

Yıllar sonra kendisine "Nevzat Bey, bu olayı anımsıyor musunuz?" diye sorduğumuzda, gözleri doluyor ve insanın içine işleyen bakışlarını üzerimizde gezdiriyor.

"O baba bana dünyadaki en değerli şeyini, oğlunu emanet etmiş. Ben bu emaneti başkasına nasıl emanet edebilirdim ki?" diyor.

(Alıntı)

Ağustos 13, 2022

Cenk Koray

 

HÜZÜN, EVLAT ACISI......

TV sunucusu, oyuncu ve gazete yazarı Cenk Koray’ın hüzünlü yaşam öyküsü...

1 Ağustos 1944 tarihinde, Adanalı baba ve Bartınlı anneden Adana’da doğan Cenk Koray; iş durumundan Zonguldak’a geldiler. Annesi Dürdane Koray, ilkokul öğretmeniydi. Annesinin çalıştığı Namık Kemal İlkokulu’nda üçüncü sınıfa kadar okudu, dördüncü ve beşinci sınıfını annesinin isteğiyle Mithat Paşa Okulu’nda tamamladı. 1956’da Ankara TED Koleji’ne gidip, oradan mezun oldu.

Zonguldak’ta ikamet ettiği zamanlar ve sonrasında tenis sporuyla yakından ilgilendi. 1951’de kurulan Zonguldak Tenis Deniz İhtisas Kulübü’nde küçük yaşlarda tenis oynamaya başladı.

Ankara Üniversitesi’nde hukuk eğitimi gördü ve 24 yaşına kadar avukatlık yanı sıra uzun süre tenis hakemliği yaptı; yönettiği maçlarda yaptığı şovlarla dikkati çekti ve TRT’den teklif aldı. 24 yaşında, sanat dünyasına adım atan Koray; bir süre sonra ‘sanatçılığın ve sunuculuğun avukatlıkla bağdaşmadığı’ iddiasıyla Ankara Barosu’ndan ihraç edildi; itiraz eden Koray; Ankara Barosu’na alındı, ancak bu kez de Koray Baro’dan istifa ederek, avukatlık yaşamını noktaladı...

TRT ile şöhreti yakaladı, ama sonuçta gazeteciliği seçti; en büyük tutkusu Beşiktaş’tı.

1973-1976 yıllarında Son Havadis gazetesinde çalıştı.

Hepimiz onu Halit Kıvanç’ın sunduğu “Bildiklerimiz, Gördüklerimiz, Duyduklarımız” isimli yarışma programı ile tanıdık. O sadece TV sunucusu değil; aynı zamanda koyu bir Beşiktaş taraftarı, basın sözcüsü, maç spikeri, gazeteci ve yazar olmasıyla da hafızalarımızda yer aldı. O dönemlerde TRT’de sunucunun tuttuğu takımı belli etmesi hoş karşılanan bir şey değildi, kim hangi takımı tutuyor bilmezdik; bununla ilgili pek çok dedikodu olur, herkes sevdiği kimseyi kendi tuttuğu takıma yakıştırırdı. Ama Cenk Koray, bu kuralın dışındaydı, sıklıkla Beşiktaşlı olduğunu belli ederdi bir şekilde.

Uzun süre “Tele Kutu” gibi eğlence programları sundu, 1989’da ilk kalp krizini geçirene dek, sunuculuk mesleğine devam etti...

Cenk Koray, 1996 yılında çıkardığı “Kur’an-İslamiyet, Atatürk ve 19 Mucizesi” adlı kitabıyla büyük yankı uyandırdı; ünlü sunucu, kitabı yazmaktaki amacının “Kur’an, Allah ve Atatürk” ile ilgili araştırmalarını okuyucuya ulaştırmak olduğunu söyler. Zaten kitabında da, Allah’ın kurallarına uygun yaşamak gerektiğini; bunun iyilik, doğruluk, bilgi, çalışmak ve sevgiden geçtiğini vurgular. Hayatta tek güvendiği varlığın koruyan, veren ve var eden yüce Allah olduğunun da altını çizer...

Eşinden ayrıldıktan sonra, oğlu Nihad ile birlikte yaşamaya başlayan Cenk Koray’ın oğlu 19 yaşındaydı, bir gece eve çok geç gelmesiyle ortalık karıştı. Babasının bağırması karşısında üzülüp, salon camına kafa attı; atar damarı kesilmişti, üç dakika içinde babasının kollarında Hakk’a yürüdü! Yıl, 1996’ydı... Şah damarı kesilen genç hastaneye ulaşamadan yaşamını yitirirken Cenk Koray’ın oğlunun ardından yazdığı sözler yaşadığı acının boyutlarını kanıtlar nitelikte “Fıskiye gibi kan fışkırıyordu. Kan fışkırıyordu, umutlarım, istikbalim, hayatım yerlere dökülüyordu. Bana yakın durması gereken oğlum, beni ölmeden öldürüyordu.” Cenk Koray, bundan sonra kendini toparlayamadı. Beyaza bürünmüş saçları, hâlsiz bakışlarıyla o günden sonra, onu gülerken gören olmadı; enerjisinden geriye sisli bir sessizlik kalmıştı./z

Evladının yanına koşuşu gecikmedi; çevresindekilere “Artık yaşamak istemiyorum” dediği söylenir, bir yerde vedanın başlangıcı olarak yazdığı “Sizin hiç canlı canlı kolunuzu kestiler mi” diyerek başlayan satırlar; çok uzun iç döküş, “Bugün senden ayrılalı tam 1 yıl oldu. 365 günün, bir tanesinde seni göremedim, elini tutamadım, yanağını öpemedim, bağrıma basıp sıkı sıkıya sarılamadım. Evde tek başıma otururken, kapıda anahtar dönmedi, sen içeriye girmedin. Bir gece odanın ışığı yanmadı. Ben kapını açıp, ‘Yatıyorum, yatmıyor musun’ diye soramadım” yazan özlem dolu mektubu sanki bir parçalanmadır.

Koray, evlat acısını “Hayatımın anlamı değişti gözlerimin önünde, siz hiç acizliği hissettiniz mi, ancak ölüp oğlumun yanına gömüldüğümde huzura kavuşacağım” diye tarif ederken, acıyı bir bıçağın saplandıktan sonra çevrilmesine benzetmişti.

23 Temmuz 2000 tarihinde İstanbul’da ‘kalp krizinden’ vefat eden Cenk Koray; Karacaahmet Mezarlığı’na defnedilmiştir.

Ruhu şad olsun.../z

(yaşam öyküsü, kimi kaynaklardan tarafımdan hazırlanmıştır...)

-Atila Işık-


👼🏻YAVRULARIMIZ İÇİN TATLI mı TATLI HARİKA ÜRÜNLERİ GÖRMEK İÇİN 👉 https://s.influio.net/s/83qVk71C5