Ağustos 30, 2022

LATİFE…❤️



💫💫 Tanınmasın, rahatsız edilmesin diye, Atatürk'ün isteğiyle “Fatma Sadık” adıyla pasaport düzenlenmişti, yurtdışına giderken “Latife” kimliğini değil, “Fatma Sadık” kimliğini kullanıyordu.

Konser, tiyatro kaçırmazdı.

Kenter Tiyatrosu'ndan sezonluk koltuk alırdı.

Beyoğlu'na sinemaya giderdi.

Yemesine içmesine dikkat ederdi, hiçbir yaşında kilo almadı.

Saçını boyamadı, bembeyaz saçları gür ve ışıl ışıldı.

Topuz yapardı, daima fildişi tarağıyla tuttururdu.

Müthiş kütüphanesi vardı.

Shakespeare, Goethe, Schiller, Corneille, orijinalinden okurdu.

Tevfik Fikret, Ahmet Haşim, Yahya Kemal, ezbere bilirdi.

50 yaşından sonra Rusça öğrendi, Puşkin hayranıydı.

Emektar Rum kadın hizmetlisi vardı.

İrfan hanım adında aşçısı vardı.

Şoför kullanmazdı, taksiyle dolaşırdı.

Göğüs kanseri oldu.

1975 yılında 76 yaşındayken gözlerini yumdu.

Devlet töreni yapılmadı.

Tabutuna Türk Bayrağı örtüldü.

Cenaze namazı Teşvikiye Camisi'nde kılındı, Edirnekapı Şehitliği'nde toprağa verildi.

Ziraat Bankası'nda ve Osmanlı Bankası'nda iki kasası vardı.

Bu kasalar, vefatından dört sene sonra açıldı.

Cumhuriyet tarihine ait belgeler mirasçıları tarafından Türk Tarih Kurumu'na verildi.

Özel eşyaları tasnif edilirken nikah yüzüğü çıktı.

Platindi.

İçinde “Latife 1339” yazıyordu.

Yüzüğü pembe bir kağıtla paketleyip, mücevher kutusuna koymuş, kutuyu da tülbentle sarmıştı.

Atatürk vefat ettiğinde de, özel eşyaları arasında incecik platin bir yüzük bulundu, şu anda Anıtkabir müzesinde yeralan o yüzüğün içinde “Gazi M. Kemal 1339” yazıyordu.

Ayrılırken yüzüklerini birbirlerine iade etmişlerdi.

Her ikisinin de ömürlerinin sonuna kadar sakladıkları nikah yüzükleri, İsmet İnönü'nün hediyesiydi. Lozan'dan getirmişti.

Çünkü…Mustafa Kemal evlilik kararını kalbiyle vermişti ama, evlilik tarihini aklıyla belirlemişti.


Bir ay önce dünyayla masaya oturmuştuk, Lozan görüşmeleri başlamıştı, Lozan Antlaşması imzalanana kadar, tarihi satranç hamleleri altı yedi ay devam edecekti.

Latife'nin Batılı kadınlardan çok daha ileri seviyede eğitime sahip olması, müslüman Türk kadınları için “rol model” olması, Avrupa basınında çoook geniş yer buluyordu, müthiş sempati yaratıyordu.

Türkiye'deki dönüşümün vücut bulmuş haliydi.

Modern Türkiye'nin modern yüzüydü.

Ankara'ya yönelik algıyı değiştirmişti.

Hem uluslararası imajımızı güçlendirmiş, hem de Lozan'daki Türk heyetinin elini güçlendirmişti.

Nikah tarihi bu anlamda çok çok önemliydi.

Lozan Antlaşması'nın yazılmayan yönüdür bu…(alıntı)

 ★ ★ ★ ★ ★ ★ ★ ★ ★ ★

Ağustos 25, 2022

İRİ BAMYA


Hani bamyanın minikleri makbuldür ya en pahalı bamyalar en küçükleridir, özenle tek tek ayıklanır minicik bamyalar halbuki en şifalı bamyalar en büyük en ucuz iri iri çekirdekli olanlarıdır, neden mi? Bamya çekirdeklerinde üç önemli 'ilaç madde' var;

Glutatyon, Lectin ve Quercetin.

Glutatyon, son dönemde kapsül olarak alınması çok 'moda' olan bir madde ki bedenimizin oksitleyici etkilere karşı en önemli savunma mekanizmalarından. Bamyada fazlaca olmakla birlikte birçok gıdada azar azar var ve ben 'hap hakkımızı' gerçek ilaçlarda, besinlerle alamayacağımız bitkisel takviyelerde kullanmamız gerektiğini düşünüyorum. Glutatyon hücrelerimizi oksitlenmeye karşı güçlü bir şekilde koruyor, özellikle karaciğer ve beyin koruyucu etkisine dair önemli bilimsel veriler var.

Lectin meme kanserine karşı koruyucu olduğu bilimsel olarak gösterilmiş bir madde. Quersetin ise, akciğer, mide bağırsak, prostat kanserine ve lenfomalara karşı koruyucu.

💫Çekirdekler aynı zamanda demir, fosfor, bakır, K vitamini ve süpriz bir şekilde de protein içeriyor. Vejetaryenler bamya yemeğindeki iri çekirdekleri nohut veya yeşil mercimekle buluşturduğunda 'kıymalı bamya' kadar protein içeriğine sahip bir yemek tüketebilirler, tabii bu da iri bamyalar için geçerli, küçük bamyaların protein içeriği daha düşük.Tarihi antik Mısır dönemine hatta daha da eskilere dayanan bu sebzeye Kleopatra'nın çok düşkün olduğu söyleniyor.

💫💫Bir küçük kase kadar bamyadaki çözünebilir bitkisel lif, günlük lif ihtiyacının %80'ini karşılayacak düzeyde ve bu da hem bağırsak çalışmasını artırması için çok yardımcı hem de kan şekerini dengeleyici bir unsur, ancak bamyanın kan şekerini dengeleyici etkisi sadece bununla sınırlı değildir. İçerisinde pankreasın insülin salgılamasını aktive eden ve hücrelerin insüline hassasiyetini artıran moleküller keşfedildi. 


Bamyayı çoğunun sevmeyip de ona 'SÜMÜKLÜ BAMYA' demelerini sağlayan bamyadaki jelimsi reçineli maddelerin bağırsakta istenmeyen 'kötü' kolesterolü ve yağları yapıştırma etkisi var, bunları yapıştırıp dışkı ile atılmalarını sağlıyorlar. Böylece düzenli tüketimde kandaki kötü kolesterol düşerken iyi kolesterol de artıyor. Şifa olsun... 

Dr.Elif Güveloğlu


ÖZDİLEKten indirimlere bakmak isteyenler buyrun efenim:) 👉👉https://s.influio.net/s/4k1910CB5

Ağustos 23, 2022

Uyan Sunam Hikayesi!

Suna, Fahri Kayahan'ın eşidir,Fahri çok severmiş Suna'sını. Sık sık sevdiğini dile getirmiş Fahri. Bıkmadan usanmadan severmiş.

 Malatya’ da yaşıyorlar eşi ile Fahri Bey.Suna’nın ona yalan söylemediğini de bilir.. Kadınlar o dönemde sürekli hamamlara gider… İşte o hamam eğlencesinden birinde Suna’nın sırtında bulunan ve asla görünme ihtimali olmayan bir ben dikkatini çeker hamamda bulunan ve Suna’nın yakın arkadaşı olan Neriman Hanım’ın…


Neriman Hanım akşam eve geldiğinde eşi Mustafa Bey ile konuşurken arkadaşının sırtında ben olduğunu ağzından kaçırır.Aradan zaman geçer… Fahri Kayhan bir gün evlerinin yakınında bulunan kahvede Mustafa Bey ile karşılaşır… Aralarındaki sohbet tartışmaya dönüşür ve olay arbedeye gidecekken Fahri Kayhan hiddetle cevap verir Mustafa Bey’e: “Bir daha karşıma çıkma, seni el aleme rezil ederim.” Bunun karşısında Fahri Kayhan’ı yaralamak için Mustafa Bey’in dudaklarından vaktiyle eşinin ona söylediği sözler dökülür: “Sen benimle uğraşacağına kendi karına sahip çık, ben senin karının sırtındaki beni bile bilirim.”


Fahri Kayhan neye uğradığına şaşırır.İnanamaz Sunasının kendisine ihanet ettiğine, ama bu başına gelen nedendir? El adamı, Suna’nın sırtındaki beni nerden bilecektir? Bu sorular kafasında iken eve varır, dayanamaz ve karşısına alıp Suna’yı durumu anlatır… Eşi ağlar, yanar, yakılır,yeminler eder Fahri Kayhan’a: “Aman beyim etme” der, “Bakar mıyım senden bir başkasına?”

O gece tartışmadan sonra Fahri Kayhan eşine sarılır, ve ikna olduğunu söyleyip konuyu kapatır… Lakin durum hiç de öyle olmaz… O günden sonra istemeden de olsa aklında hep o şüphe kalır ve eşi de bunu hisseder.


Günlerden bir gün akşam yemekte çıkan tartışma sonrasında Fahri Kayhan aynı konuyu açarak evden çıkıp gider ve eve geldiğinde hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır. Eve girer ve karısı Suna, kendini asmıştır… Sallanan ayağının dibinde elinden düşmüş bir mektup durmaktadır. O mektupta Suna son sözlerinde şunları yazmıştır: “Kusura bakma beyim, ama günlerdir kafandaki soru işaretlerinin sebebini bilmekteyim… Kendimi temize çıkarmak için başka yol göremedim. Şunu bil ki, ben sana hiç ihanet etmedim… “

Fahri Kayhan gözyaşları ile Suna’ nın bedenini ipten ayırır, yere yatırır… Islak gözlerini silerken bir bakar ki hava aydınlanmıştır… İçindeki yangın öyle büyüktür ki, sözün bittiği yerde, kelimelerin küllerinden o meşhur türküyü yakmıştır:

Şafak söktü, Suna’m yine uyanmaz

Hasret çeken gönül derde dayanmaz

Çağırırım Suna’m sesim duyulmaz

Uyan Suna’m uyan, derin uykudan

Nice diyar gezdim gözlerin için

Niye kızdın bana el sözü için

Dilerim Allah’tan sızlasın için

Uyan Suna’m uyan derin uykudan

Çektiğim gönül elinden

Usandım gurbet elinden

Hiç kimse bilmez halimden

Uyan Suna’m, derin uykudan…”

Ağustos 17, 2022

İYİLİK UNUTULMAZ Kİ…

 

1963 yılının bir sonbahar günü… Varan Turizm'in o zaman Ankara'da bulunan Küçük Tiyatro’nun hemen bitişiğindeki terminalinden İstanbul otobüsü hareket etmek üzere. Terminalde bir hareketlilik var. 

14-15 yaşlarında, Çocuğunun elinden tutmuş bir baba, otobüse yaklaşarak kaptan şoföre:"Oğlum Galatasaray Lisesi’ne gidiyor, yatılı okuyacak. Onu yalnız gönderiyorum, İstanbul’da güvenilir bir taksiye bindirip okuluna yollar mısın?” diyip ekliyor: “Valizini de unutmasın."

Kaptanın cevabı "Elbette siz hiç merak etmeyin," oluyor. Endişeli baba, nemli gözlerle, hareket eden otobüsün arkasından el sallıyor.

İki gün sonra baba, telaşlı bakışlar ve heyecanlı adımlarla terminale geliyor. "Oğlumu Taksim'den Galatasaray Lisesi'ne götüren şahsın kim olduğunu öğrenmek istiyorum," diyor.

İstanbul terminalimizi arayıp soruyoruz; fakat ilginçtir ki arkadaşlarımız bize bu şahsın kim olduğunu söylemek istemiyorlar.

Babanın telefon numarasını alıp ona sonucu bildireceğimizi söylediğimizde ise daha fazla dayanamayan baba gözyaşları içinde anlatmaya başlıyor.

"Yahu kardeşim, o kişi kimse, oğlumla beraber idareye gitmiş. Kayıt işlemlerini tek tek tamamlatmış. Bavulunu taşımış, teslim edilen eşyaları almış. Sonra yatakhanede onun çarşafını sermiş, nevresimini takmış, dolabını yerleştirmiş." Baba hıçkırarak anlatmaya devam ediyor.

"Ben ya da annesi gitseydik biz de aynısını yapardık," diyor. Derin bir “oh” çekiyoruz. Oysa ki hiç de alışık olmadığımız bir şikâyet dinleyeceğiz korkusunu yaşıyorduk…

Bu kez daha ısrarlı bir biçimde çocuğu okula götüren şahsın kim olduğunu öğrenmeye çalışıyoruz. Epey uğraştan sonra da hayretle öğreniyoruz kim olduğunu.

 Çocuğu Galatasaray Lisesi'ne götüren şahıs Nevzat Hüseyin Pekuysal… Şirketin sahibi.

Yıllar sonra kendisine "Nevzat Bey, bu olayı anımsıyor musunuz?" diye sorduğumuzda, gözleri doluyor ve insanın içine işleyen bakışlarını üzerimizde gezdiriyor.

"O baba bana dünyadaki en değerli şeyini, oğlunu emanet etmiş. Ben bu emaneti başkasına nasıl emanet edebilirdim ki?" diyor.

(Alıntı)

Ağustos 13, 2022

Cenk Koray

 

HÜZÜN, EVLAT ACISI......

TV sunucusu, oyuncu ve gazete yazarı Cenk Koray’ın hüzünlü yaşam öyküsü...

1 Ağustos 1944 tarihinde, Adanalı baba ve Bartınlı anneden Adana’da doğan Cenk Koray; iş durumundan Zonguldak’a geldiler. Annesi Dürdane Koray, ilkokul öğretmeniydi. Annesinin çalıştığı Namık Kemal İlkokulu’nda üçüncü sınıfa kadar okudu, dördüncü ve beşinci sınıfını annesinin isteğiyle Mithat Paşa Okulu’nda tamamladı. 1956’da Ankara TED Koleji’ne gidip, oradan mezun oldu.

Zonguldak’ta ikamet ettiği zamanlar ve sonrasında tenis sporuyla yakından ilgilendi. 1951’de kurulan Zonguldak Tenis Deniz İhtisas Kulübü’nde küçük yaşlarda tenis oynamaya başladı.

Ankara Üniversitesi’nde hukuk eğitimi gördü ve 24 yaşına kadar avukatlık yanı sıra uzun süre tenis hakemliği yaptı; yönettiği maçlarda yaptığı şovlarla dikkati çekti ve TRT’den teklif aldı. 24 yaşında, sanat dünyasına adım atan Koray; bir süre sonra ‘sanatçılığın ve sunuculuğun avukatlıkla bağdaşmadığı’ iddiasıyla Ankara Barosu’ndan ihraç edildi; itiraz eden Koray; Ankara Barosu’na alındı, ancak bu kez de Koray Baro’dan istifa ederek, avukatlık yaşamını noktaladı...

TRT ile şöhreti yakaladı, ama sonuçta gazeteciliği seçti; en büyük tutkusu Beşiktaş’tı.

1973-1976 yıllarında Son Havadis gazetesinde çalıştı.

Hepimiz onu Halit Kıvanç’ın sunduğu “Bildiklerimiz, Gördüklerimiz, Duyduklarımız” isimli yarışma programı ile tanıdık. O sadece TV sunucusu değil; aynı zamanda koyu bir Beşiktaş taraftarı, basın sözcüsü, maç spikeri, gazeteci ve yazar olmasıyla da hafızalarımızda yer aldı. O dönemlerde TRT’de sunucunun tuttuğu takımı belli etmesi hoş karşılanan bir şey değildi, kim hangi takımı tutuyor bilmezdik; bununla ilgili pek çok dedikodu olur, herkes sevdiği kimseyi kendi tuttuğu takıma yakıştırırdı. Ama Cenk Koray, bu kuralın dışındaydı, sıklıkla Beşiktaşlı olduğunu belli ederdi bir şekilde.

Uzun süre “Tele Kutu” gibi eğlence programları sundu, 1989’da ilk kalp krizini geçirene dek, sunuculuk mesleğine devam etti...

Cenk Koray, 1996 yılında çıkardığı “Kur’an-İslamiyet, Atatürk ve 19 Mucizesi” adlı kitabıyla büyük yankı uyandırdı; ünlü sunucu, kitabı yazmaktaki amacının “Kur’an, Allah ve Atatürk” ile ilgili araştırmalarını okuyucuya ulaştırmak olduğunu söyler. Zaten kitabında da, Allah’ın kurallarına uygun yaşamak gerektiğini; bunun iyilik, doğruluk, bilgi, çalışmak ve sevgiden geçtiğini vurgular. Hayatta tek güvendiği varlığın koruyan, veren ve var eden yüce Allah olduğunun da altını çizer...

Eşinden ayrıldıktan sonra, oğlu Nihad ile birlikte yaşamaya başlayan Cenk Koray’ın oğlu 19 yaşındaydı, bir gece eve çok geç gelmesiyle ortalık karıştı. Babasının bağırması karşısında üzülüp, salon camına kafa attı; atar damarı kesilmişti, üç dakika içinde babasının kollarında Hakk’a yürüdü! Yıl, 1996’ydı... Şah damarı kesilen genç hastaneye ulaşamadan yaşamını yitirirken Cenk Koray’ın oğlunun ardından yazdığı sözler yaşadığı acının boyutlarını kanıtlar nitelikte “Fıskiye gibi kan fışkırıyordu. Kan fışkırıyordu, umutlarım, istikbalim, hayatım yerlere dökülüyordu. Bana yakın durması gereken oğlum, beni ölmeden öldürüyordu.” Cenk Koray, bundan sonra kendini toparlayamadı. Beyaza bürünmüş saçları, hâlsiz bakışlarıyla o günden sonra, onu gülerken gören olmadı; enerjisinden geriye sisli bir sessizlik kalmıştı./z

Evladının yanına koşuşu gecikmedi; çevresindekilere “Artık yaşamak istemiyorum” dediği söylenir, bir yerde vedanın başlangıcı olarak yazdığı “Sizin hiç canlı canlı kolunuzu kestiler mi” diyerek başlayan satırlar; çok uzun iç döküş, “Bugün senden ayrılalı tam 1 yıl oldu. 365 günün, bir tanesinde seni göremedim, elini tutamadım, yanağını öpemedim, bağrıma basıp sıkı sıkıya sarılamadım. Evde tek başıma otururken, kapıda anahtar dönmedi, sen içeriye girmedin. Bir gece odanın ışığı yanmadı. Ben kapını açıp, ‘Yatıyorum, yatmıyor musun’ diye soramadım” yazan özlem dolu mektubu sanki bir parçalanmadır.

Koray, evlat acısını “Hayatımın anlamı değişti gözlerimin önünde, siz hiç acizliği hissettiniz mi, ancak ölüp oğlumun yanına gömüldüğümde huzura kavuşacağım” diye tarif ederken, acıyı bir bıçağın saplandıktan sonra çevrilmesine benzetmişti.

23 Temmuz 2000 tarihinde İstanbul’da ‘kalp krizinden’ vefat eden Cenk Koray; Karacaahmet Mezarlığı’na defnedilmiştir.

Ruhu şad olsun.../z

(yaşam öyküsü, kimi kaynaklardan tarafımdan hazırlanmıştır...)

-Atila Işık-


👼🏻YAVRULARIMIZ İÇİN TATLI mı TATLI HARİKA ÜRÜNLERİ GÖRMEK İÇİN 👉 https://s.influio.net/s/83qVk71C5

Ağustos 12, 2022

Habil İle Kabil Kardeşlerin Hayat Hikayesi

Habil İle Kabil Kimdir?

Habil ile Kabil pek çok kutsal kitapta adı geçen isimlerden biridir. İlk insan olarak Dünya’ya gelmiş olan Adem ve Havva’nın ilk oğullarıdır. Kıskançlık ve kin ile tanınan bu iki isim pek çok dini hikâye ve filmlere konu olmuştur. Zira onların hikâyesi kardeşliğin kıskançlığa dönüşmesi üzerine başlamıştır. Onlar tarihte bilinen ilk cinayeti işleyen kişi ve ilk maktul olarak da bilinmektedir.

Habil İle Kabil Hikâyesi

Havva ile Âdem’in ilk oğulları olan Habil ile Kabil bir kardeş kıskançlığının hikâyesi olarak anlatılmaktadır. Kabil, Âdem ile Havva’nın ilk çocuğudur. Bu sebeple anne ve babası ona bir hayli ilgi göstermektedir. Fakat bu ilgi Habil doğana kadar sürmüştür. Habil ile Kabil bir arada sürekli olarak Tanrı’ya ibadet ederler. Fakat bu durum çok uzun sürmez. Zira Habil tamamen uysal ve iyi huyludur. Bu durum ise annesinin ilgisini toplamayı başarmasını sağlamaktadır. Fakat bunu gören Habil içten içe kardeşine kin beslemekte ve onu kıskanmaktadır. Kabil çiftçilik ile meşgul olurken Habil ise çobanlık yapmaktadır.

Aradan geçen zaman Kabil’in kalbini daha çok hırsın bürümesine ve kıskançlığının artmasına neden olmuştur. Kabil Habil’i alarak çiftçilik ile uğraştığı tarlaya götürmüştür. Burada Habil ile Kabil birlikte iş yapmaya başlamışlardır. Habil’in iş yapmasını fırsat bilen Kabil eline bir taş alarak kardeşinin başına vurmaya başlar. Art arda gerçekleşen darbeler sonucunda ise Habil oracıkta ölüverir.

Kabil gün geçtikçe daha kötü olmaya başlar. Bunun üzerine dayanamayarak oradan ayrılır ve bir gün günahlarının bağışlanması umudu ile oradan uzaklaşır. Her şeyi geride bırakmak amacıyla oradan ayrılan Kabil Nod topraklarına yerleşir. O her şeyi ardında bırakarak yeni bir yaşam sürmeyi ister ve sürekli olarak Tanrı’nın onu affedebilmesi için çabalamaya koyulur.

Bu hikâye kişilerin kıskançlıklarının ve öfkelerinin sonucunda ne denli kötü olabileceklerinin göstergesi olarak kabul edilir. Zira kardeşlik arasında duyulan kıskançlığı yaşayan kişilerin bu hikâyeden ders alması beklenmektedir. Habil ile Kabil hikâyesi tarihte ilk cinayetin yaşandığı ve kıskançlık duygusunun insanı ne duruma getirdiğinin bir örneği olmuştur.


Ağustos 08, 2022

MENDİLİN HİKAYESİ


Hiç dikkatinizi çekti mi bilmiyorum ama mendiller hep kare şeklinde üretilir. Gerek kağıt olsun gerekse, kumaştan yapılsın mendillerin eni ve boyu hep eşittir. Tabii ki bu bir tesadüf değildir mendilin geçmişi yasalara dayanır. Fransa’da yayınlanan bir kararname ile kare üretildi ve hala kare olarak kullanılır. Mendilin Arapça anlamı, yer değiştirmek olsa da hiç kimse bunun neden olduğunu sorgulamadan kullanır.


Mendil cebinizde taşıyıp bir şeyleri silmek için üretilmedi. O zamanlar mendiller sosyal bir sınıf özelliği taşırdı.


Tabii bunlardan kaynaklı olarak zamanla mendil dili gelişti.


*Vedalaşırken sallanan mendil, sana sadık kalacağım anlamına geliyordu.


*Camdan sarkıtılan mendil, şu an ailemin yanında gözetimdeyim anlamındaydı.


*Kendisine bakıldığını gören kadın veya erkek tesadüfen mendilini kendi önüne düşürünce benim kalbim başkasında demek oluyordu.


*Fakat bazı anlarda ise pencereden savrulan mendil ona aşkını ilan etmek ve savrulan mendili alan kişide aşkına cevap vermek anlamında idi.


*Osmanlıda mendillerin rengi önemli idi. Beyaz olan mendil “seni çok seviyorum” demek, Kenarları mor mendil “çok çapkınsın” demek, eflatun mendil yarın penceremin önünden geçiniz demek, mavi mendil ise bugün çok hüzünlüyüm demek, sarı mendil ise hastayım demekti.


Eski zaman insanlarının statü olarak gördüğü kumaş mendiller günümüzde artık bir nostalji..  (Alıntı)


💫💫telefonunuza KARACA’nın uygulamasını indirin ve indirimleri rahatça takip edin👇https://s.influio.net/s/4gcRdnCB5


Ağustos 04, 2022

Marilyn Monroe (1 Haziran 1926 – 4 Ağustos 1962

Zorluklar, skandallar, sonsuz bir şöhret... Marilyn Monroe'nun gösterişli fakat trajik yaşam öyküsü…

🌸Gerçek adı Norma Jeane Mortenson olan Marilyn Monroe, 1 Haziran 1927’de dünyaya geldi
1 Haziran 1927 yılında Amerika Birleşik Devletleri’nin Los Angeles şehrinde dünyaya geldi.  Biyolojik babasını hiçbir zaman tanıyamayan, Monroe, çocukluk dönemini annesi ve büyükannesi ile geçirdi. Fakat annesi ve büyükannesi, zihinsel sorunları nedeniyle sık sık akıl hastanesinde yatmak durumundaydı. Monroe, oldukça zorlu bir çocukluk geçirmişti.

🌺İlk evliliği
Norma Jane, henüz 16 yaşındayken Jim Dougherty isimli bir adamla evlendi! 4 yıl boyunca birlikte olan çift, II. Dünya Savaşı’ndan sonra ayrıldı.

🌸Modellik kariyerinin başlangıcı
II. Dünya Savaşı sırasında, Kaliforniya bir mühimmat fabrikasında çalışan Monroe, yaşamının tamamen değişmesine neden olacak fırsatı da burada yakaladı! Monroe, burada bir fotoğrafçı tarafından keşfedildi ve bu sayede modellik kariyeri başladı…

🌺Hollywood’a ilk adım


Monroe, başarılı modellik kariyerinden sonra, şansını Hollywood’da denemeye karar verdi. İlk olarak, 1947 yapımı Shocking Miss Pilgrim isimli filmde küçük bir rolde oynadı. Asıl çıkışını ise 1953 yapımı Niagara isimli filmle gerçekleştirdi. Bu film, Monroe’nun dünyaca tanınan bir yıldız haline gelmesini sağlayacak maceranın ilk adımıydı…

🌸Marilyn Monroe Kore’de

Popülerliği hızla yükselen Monroe, Amerika’nın en çok konuşulan isimlerinden birisi haline gelmişti. Amerika’nın en sevilen aktrisi 1954 yıllında Kore’de Amerikan askerleri için bir dizi gösteri gerçekleştirdi. Toplamda 100.000 asker için sahneye çıkan Monroe, ulusal bir kahraman haline gelmişti.

🌺“Aşk tanrıçası” Marilyn Monroe

Fotoğrafçı Ed Feingersh ile gerçekleştirdiği fotoğraf çekimleri, Monroe’nun imajını önemli ölçüde değiştirdi. Monroe artık, güzelliğin, cinselliğin ve aşkın sembolüydü.

🌸İkinci evliliği ve olaylı boşanma

1954 yılında Marilyn Monroe, Amerikalı ünlü beyzbol oyucusu Joe DiMaggio ile evlendi. İki popüler ismin evliliği, büyük bir ilgiyle takip ediliyordu. Ünlü çiftin ayrılması uzun sürmedi. Monroe ve DiMaggio çifti evlendikten sadece 9 ay sonra ayrıldı! Ayrılığın sebebi olarak, DiMaggio’nun kıskançlık krizleri ve öfke patlamaları gösterildi.

🌺Son evlilik

Monroe, üçüncü ve son evliliğini Hollywood’un ünlü oyun yazarlarından Arthur Miller ile evlendi. 1956 yılında evlenen çift, 1961’de ayrıldı.


🌸John F. Kennedy ve Marilyn Monroe ilişki iddiaları

Marilyn Monroe 1962 yılında, dönemin Amerika Birleşik Devletleri Başkanı John F. Kennedy’nin doğum günü için düzenlenen bir gecede sahne aldı. O geceden sonra, Monroe ile Kennedy arasında bir aşk başladığı dedikodusu ortalıkta dolaşmaya başladı… Böyle bir olayın dedikodu olarak ortaya atılması bir büyük bir skandaldı…

🌺🌸🌺Bir yıldızın ölümü…

Marilyn Monroe, kısa fakat gösterişli yaşamında pek çok engelle karşılaşmış ve sonunda dünyaca ünlü bir ikon haline gelmişti. Ancak bu gösterişli yaşam beraberinde pek çok yeni soruna neden olmuştu… 1962 yılının 4 Ağustos günü Kaliforniya’daki evinde aşırı dozda sakinleştirici sebebiyle yaşamını kaybetti. Monroe öldüğünde henüz 36 yaşındaydı. Ölümünün bir kaza mı yoksa intihar mı olduğu bugün bile tartışmalı bir konu. Her şeye rağmen, kısa yaşamına büyük başarılar sığdıran Marilyn Monroe, uzun yıllardır dünyanın en önemli figürlerinden biri olarak kabul ediliyor. 

Kaynak: İnternet




Ağustos 02, 2022

Neden ‘Ocağıma İncir Ağacı Diktin?’ denir.


Sıkça kullanılan atasözlerinin başında "Ocağıma incir ağacı diktin" sözü geliyor. Fakat çoğu kimse bu sözün asıl hikayesini bilmiyor. Anlatılanlara göre incir ağacının kökleri suya ulaşmak için evlerin temelini tahrip ettiği gerekçesiyle evlerden uzağa dikilirBu nedenle de "Ocağıma incir ağacı diktin" sözü, "Evimi yıktın, evimi tahrip ettin" anlamında kullanılır.

"SUYA ULAŞMAK İÇİN BETONU DELİYOR"

Anlatılanlara göre incir ağaçları, derinlerdeki suya ulaşmak için her türlü kuvvete karşı koyabiliyor. Evlerin yakınlarına dikilen incir ağaçları da suya ulaşmak için evin temelindeki beton ve plastik maddeleri delerek, suya ulaşıyor. İncir ağacının temele zarar verdiği düşünülüyor. İşte bu yüzden incir ağaçlarının evlerden uzak dikilmesi tavsiye ediliyor.

"HAYATINI SÖNDÜRMEK İSTERSEN LAZIM OLUR"

Bir başka rivayete göre ise dönemin zalim kralı, saraydaki incir ağaçlarını söktürürken biri ile karşılaşır ve karşısındaki kişi, "Söktürme o ağaçları, birinin ocağına dikmek, hayatını söndürmek istersen lazım olur sana..." öğüdünü verir. Mazlum insanlarına malına el koyan zalim kral, daha sonra bu ağacın zulmüne uğrar.

GENELDE HARABE EVLERDEN YÜKSELİR

Bu yüzdendir ki incir ağaçları genellikle harabeleri, terk edilmiş evleri, kuytuları pek sever ve oralarda boy sürer. Hep fakir fukaranın malına göz diken zalim bir adama incir ağacıyla zulmünün hatırlatılması bundandır. Bir diğer inanış da; incir ağacından düşenin mutlaka bir yeri kırılır, çünkü incir ağacı insan dışı varlıkların uğrak yeridir.