Temmuz 29, 2022

İlhan İrem❤️ Hansu İrem

 

Ankara’da verdiğim bir konser… 

Sarı saçları beline kadar uzanan dünyalar güzeli bir kız, çıkışta elime bir kitap tutuşturdu ve kalabalığın arasında yok oldu gitti… İçinde ne isim ne adres… Sadece bir cümle yazılıydı:

‘Sözcüklerin büyütülmesinin bazen sessizlik olduğunu ve neşenin büyütülmesinin bazen gözyaşları…’

O kısacık sürede hissettiğim duygu, çevremdeki herkesten çok farklı göründüğü idi. Yıldızlığı, popüler kültürü sorgulamaya başladığım seksenli yıllar… Kaçmak istediğim sessizliğin çağrısı gibiydi. Ankara Konseri uzun bir turnenin ilk durağıydı. 40 gün sonra Anadolu’dan İstanbul’a dönüşte bir magazin gazetesine turneyi anlatan bir röportaj verdim. Elimde de o kitap: Magnafantagna’nın Ölümü…

‘Ankara konserinde bu kitabı bana veren kızla evleneceğim’ dedim. Sonra İstanbul’un kara deliği beni yine içine çekti, her şeyi unuttum. Üç yıl sonra, bir başka Ankara konserinde tekrar gördüm onu. Daha önce saniyelerle gördüğüm halde hemen tanıdım. Konserden sonra asistanımı kalabalığın arasına göndererek kulise davet ettim. Sessiz, sakin, büyülüydü… ‘Nerelerdesin sen?’ dedim. Hiç konuşmuyordu.

Adını öğrendim ve telefonunu alabildim. Ertesi gün Gölbaşı’nda yürüdük. O röportajı görmüş ama o zamanlar iletişim imkanları kısıtlı olduğu için ulaşamamış. Bana rüyasını anlattı. Onu çağırdığım halde tanımadığım için benimle ilgilenmemeye karar vermiş aslında. Ama sonra elimde kitapla o röportajı görmüş tesadüfen… Başka bir şey konuşmadık. Soğuk Ankara’yı ve sessizliği hatırlıyorum. Gürültü patırtının dışına çıktığım zamansız bir masal gibiydi… Sonra İstanbul’a deli dolu hayatıma döndüm.

Sevgilere, insanlara güvenim giderek eriyordu ve bir anafor içinde kısa süreli rüzgarlar yaşıyordum. O ise çok masum, çok farklıydı… İstanbul’daki cadı kazanına girmesini istemedim. Yıllar yılı kimselerin bilmediği telefon sırdaşım oldu. Türk ve dünya edebiyatının edebi ve felsefi cephesinde, okumadığı kitap, izlemediği film yok gibiydi… 

Ve o masumiyeti içinde binlerce yıllık bilgeliğin dizelerini yazıyordu ki, sürekli bir yürek çarpıntısıyla yol arkadaşımı buldum, ona aşık oldum. O da aynı duygular içindeydi ama ikimiz de susuyorduk... Yeni yazdığım şarkıları dinletiyor, beraberliklerimi, mutluluğumu ve mutsuzluğumu paylaşıyordum. Giderek kirlenmeyen hiçbir şey kalmadı…

Anlamsız bir dünyada, anlamsız insanlarla, anlamsız koşuları bırakıp, bambaşka bir yolculuğa çıkmaya karar verdim. Işık yürekli insanlar için birlikte cennetimizi kuracağım insanım Hansu İrem’di… Onunla başka boyutlardan tanışıyorduk! 1 Ekim 1991’de sadece ailelilerimizin bulunduğu bir törenle

 İda Dağları’nda evlendik.”

Netten Alıntıdır

Temmuz 26, 2022

ÇÍÇEKLÍ ENTARÍ



Selam dostlarım; aşağıdaki hikaye ‘Ömür dediğin’ proğramının konuğu teyzenin gerçek hikayesiymiş. Hani, hemencecik depresyona giriyor tüm dünyanın kahrını biz çekiyoruz gibi hissediyoruz ya… belki iyi gelir o yönümüze.

🌹🌹🌹🌹🌹

Babam uzun süredir yere serilmiş yatakta yatıyordu, işten güçten elini çekmişti. Döşüne oturdum hafif hafif zıpladım, halam beni indirmeye çalıştı.

Babam "bırak zıplasın" deyip saçımı sırtımı sıvazladı.Elime halamın yaptığı börekten aldım bitirene kadar babamın göğsünden inmedim. Annem epeydir evde yoktu hiç lafı sözü edilmiyordu. 5-6 yaşlarındaydım, birkaç gün sonra babamın üstünü örttüler, öldü dediler.

Köy evinin camından ellerimi çeneme koydum babamın yıkanmasını seyrettim, hiç ağlamadım. Halamla ikimiz kaldık evde, 3 çocuğu vardı ama onlarda annem gibi yoktular.


Gece halam beni karşısına aldı "annen olacak karı benim herifle çekti gitti, seni yanına almayan annen benim çocuklarıma ana olacakmış bundan sonra" dedi. Birkaç gün sonra saçlarımı taradı, çiçekli entarimi giydirdi, elimden tuttu köy otobüsüne binip şehre gittik. Bütün gün çarşı pazar gezdik akşama doğru beni bir bakkala bıraktı "sen burda otur benim işim var" dedi gitti. Hava karardı gece oldu bakkal amca dükkanını kapattı elimden tuttu beni evine götürdü. Beşikteki bebeğiyle oynadım, karısı karnımı doyurdu yattık.


Sabah erkenden bakkal yine elimden tuttu beni dükkanına götürdü, patates çuvalının üzerine oturttu. Bakkala gelen giden "bu çocuk kim" diye sorduğunda "babası öldü, anası kocaya kaçtı, halası bana bıraktı, çocuk isteyen olursa ver dedi" dedi.


Çocuk aklımla kötü durumda olduğumu anladım, entarimin çiçekleriyle, oturduğum çuvaldaki patatesin kurumuş çamurlarını temizlemekle ilgilendim, sanki benden bahsetmiyorlarmış gibi. Birkaç gün böyle geçti, bir adam geldi "hadi kızım sen çık biraz oyna" diye beni dışarı çıkardı. Epey sonra bakkalla beraber dışarı çıktı elimden tuttu beni evine götürdü.

Öğretmenmiş, bana evde yapmam gerekenleri bir bir saydı, benden küçük bir oğlu vardı, karısı ölmüş. Evini toplardım, oğluna ablalık ederdim. Yıllarca beni evinde barındırdı. Yaşıtlarım okula gitti beni hiç okula göndermedi. Büyüdüm tam bir ev kadını oldum.Birgün öğretmenin sık sık gelen ablası yanında gençten bir oğlanla geldi, oğluymuş.

Öğretmen "bu artık senin kocan" dedi, elime bohçamı verdi yolladı. Ne düğün oldu ne nikah oldu, kaynanamla beraber evin kadınlığını yaptım. Çocuklarım oldu, tarla bahçe hayvan edindik kendi düzenimizi kurduk.

Kocam çok iyi adamdı, kötü sözünü duymadım, hiç el kaldırmadı, nur içinde yatsın.

💫Ömür dediğin buysa benim ömrüm böyle geçti, 78 yaşındayım. Bana akşam ne yedin diye sorsan bilmem ama çiçekli bir entari görsem çamurlu bir patates görsem burnum sızlar.😔



Temmuz 24, 2022

MİLYONLARCA İNSANIN DERDİNE DERMAN OLDU

                                           GÜZİN ABLA


İsmi simge olmuş, anlamına onlarca güzel şey eklemiş kişiler vardır.

İşte Güzin Abla da onlardan biriydi.

Fatma Güzin Sayar, Ethem Efendi Caddesi’ndeki ahşap köşkte 1922’de hayata gözlerini açtığında, ardında böyle bir marka bırakacağını bilmiyordu.

Üst düzey memur olan babası, Güzin henüz 3 yaşındayken vefat etti. Annesi Mediha Hanım kızıyla birlikte baba evine, Mahmut Hayri Bey’in köşküne döndü.

Mürebbiyelerle büyümüş, ince ruhlu, piyano çalan, kültürlü bir genç kızdı Güzin.

Notre Dame De Sion Fransız Kız Lisesi’nde okurken tanıştığı genç bir subayla evlendi. Henüz 16 yaşındaydı. Ama evlilik uzun sürmedi. Küçük kızları dünyaya geldikten kısa bir süre sonra çift boşandı.

Güzin Sayar’ın mimar Tayfur Şehbal ile yaptığı ikinci evlilik de ancak beş yıl sürebildi. Her iki evliliği de başka kadınlar nedeniyle sona ermişti. Sayar, evlilik defterini bir daha açılmamak üzere kapattı.

GÜZİN ABLA EFSANESİ

Çocukluğundan itibaren gazeteci olmak istemişti. Yeni İstanbul gazetesinde muhasebe müdürü olan annesi Mediha Hanım’ın desteğiyle aynı gazetede tercüme yaparak başladı mesleğe. Ardından magazin müdürlüğü görevini üstlendi.

Çeşitli gazetelerde “Sorun söyleyelim”, “Derim ki” başlıklı köşelerde okurların sorunlarını yanıtlamaya başladı. 1971’de Saklambaç’ta ilk kez kendi adıyla “Güzin Abla dertlerinizle baş başa” köşesini yazmaya başladı. İşte Güzin Abla efsanesi de böyle doğdu.

Ve bu efsane, 1977’de yolculuğunu Hürriyet sayfalarına taşıdı. O gün bugündür de Kelebek’te en çok takip edilen köşelerden biri oldu. Aşk acısında, yalnızlıkta, cinsellikte, töre sorunlarında milyonlarca insanın derdine derman oldu.

İki evliliğinde de aldatılan Güzin Abla, kendi tecrübelerini de paylaşıyordu okurlarıyla.

Sağlık sorunları nedeniyle köşesini 2000 yılında kızı Feyza Algan’a devretti.

Hayatını kaybettiği 17 Temmuz 2006’ya kadar kızına köşeyle ilgili destek oldu.

Güzin Abla markasını bugün Kelebek sayfalarında kızı Feyza Algan sürdürüyor.

(Ateş Yalazan)

Temmuz 15, 2022

Ben onlara küstüm, oyuna değil!

Nöbetçiyim, katları dolaşıyorum. Bir baktım yerdeler. Çaktırmadan seyrettim. 
"Haydi, hoppa, YER"diye içlerinden biri bağırıyor. Sonra yere atıyorlar kendilerini.
Yerler mikroplu yatmayın diye atarlansam, anın büyüsünü bozacağım. 
Dağılın başka oyun mu yok desem, kalplerini kıracağım.

Ne desem? Ne desem?(Gökhan ayrı ayrı duruyor. Dur ona bir şey diyeyim ben😉)
"Gökhan, oğlum sen niye ayrık otu gibi arkadaşlarından ayrısın? Yanaşsana gruba"
 (Gökhan belli kızgın, beni duymamazlığa geliyor)

"Gökhan, sana diyorum evlatcım yanaşsana arkadaşlarına"
"Onlara KÜSTÜM ben öğretmenim"
"Eee oynuyorsun ya onlarla Gökhan kuzu"
Gökhan kaldırmıyor başını bile,uzandığı yerden bana diyor ki:
"BEN ONLARA KÜSTÜM, OYUNA DEĞİL"

Hocahanım, hocahanım  
8 yaşında çocuğun verdiği hayat dersi,
 böyle de suratına ŞAPLAR işte...🥰
Öyle biz yetişkinlerin küsmesine benzemez bu meleklerin küsmesi.
Biz yetişkinler küsünce, 
birbirimizi oyunumuza değil mahallemize almayız.

Evlatcığımdan hayat mesajımı alınca, sesim yükseliyor:
"Haydi,kalkın artık yerden. 
Doğru lavobaya şimdi... 
O eller, sabunla yıkanacak. 
Berat, al bakayım Gökhan'ı yanına. Öyle ayrı gayrı olmaz. 
Ellerinizi yıkarken, GÖKHAN'IN DA KÜSKÜNLÜĞÜNÜ DE YIKAYIN GİTSİN"

Temmuz 13, 2022

MUSTAFA KANDIRALI KİMDİR?

Merhaba dostlar; çoğumuzun çocukluğunun önemli bir simgesi olduğunu biliyorum. 🥰 Hele bayramlar bu büyük ustadsız olur muydu? Yakından tanımak isteyenler için ekliyorum.



Kandıralı, İzmit’in Kandıra İlçesinde 1930 yalında doğdu. İlkokulu bitirir ancak altı kardeş olmanın getirdiği dezavantajlardan ve ailesinin ekonomik şartlarının bozuk olmasından dolayı ortaokula devam edemez. 

Amatör düzeyde Klarnet çalan babası bir uğraş edinmesi için Mustafa Kandırlarılı’yı, Kandıra Halkevine yazdırıyor. Musiki evine gittiğinde kendisine seçme hakkı bırakılmadığından eline ud veriliyor.

Klarnete duyduğu sempati, radyoda Şükrü Tunar’ın Klarnet taksimini dinlerken kazanır ve İşte o zamandan sonra Klarnet çalmaya başlar. Kendi sazı olmadığı için babasının klarnetini gizli gizli çalar.

Artık Halkevinin kendisine yetmediğini yavaş yavaş idrak etmeye başlamıştır ve ailesinin onayını alamayacağını bildiğinden 15 yaşında İstanbul’a kaçar. 

Mustafa Kandıralı kendine bir iş bulabilmek için müzisyenler kahvesine gider ve orada Keman sanatçısı Ama Recep ve Kanuni Sıtkı Bey ile tanışarak kendisine bir iş bulur. İlk olarak 1945 yılında Tepebaşı Kibar Gazinosu’nda 4 lira yevmiye ile çalışmaya,para biriktirmeye başlamıştır. Biriktirdiği paralarla Akopos Alyanak’tan dersler almaya başlamıştır. Bu dersler sayesinde tekniğini ve repertuarını geliştirmiştir. 

Mustafa Kandıralı, 1953 yılında Müm Çakıl Gazinosu’nda çalışmış, burada Esma Engin’e eşlik etmiştir. Çalışmalar ard arda gelmiş, sonuçta 1956 yılında Salacak’ta Üsküdar Gazinosu’nda Perihan Altındağ Sözeri’ye, 1957’de Taksim Maksim Gazinosu’nda Mediha Demirkıran’a yine aynı yıl içinde Taksim Belediye Gazinosu’nda Behiye Aksoy’a ve daha nice gazinoda nice ses sanatçısına eşlik etmiştir. Dünyanın dört bir yanında konserler verdi.

Yaklaşık yirmi yıl boyunca TRT’deki programlarıyla neşeli bayram sabahlarının simgesi hâline geldi. Safiye Ayla, Müzeyyen Senar, Zeki Müren gibi değerli yorumculara eşlik etti. Bu Yeteneği, çalışkanlığı, esprili mizacı, seyirciye ve çalışma arkadaşlarına olan saygısı ile müzik dünyasında bir ekol yarattı. Sadece Türkiye’de değil yurt dışında da bir klarnet ustası olduğunu ispat etti, hayranlar edindi. 

Büyük ustayı 2020 yalında kaybettik


Kaynakça: İnternet



Temmuz 11, 2022

MOR CEPKEN


Kadın Sığınağı Vakfı MOR ÇATI’nın adı, yörük kızlarının çeyizine konulan ‘MOR CEPKEN’dan geldiğini biliyor muydunuz?

Bir yörük kadını, eşinden dayak yerse, taciz, şiddet görürse, yaşadıklarını ve de kocasını ifşa etmek için çeyizinden mor cepkenini çıkarıp giyer ve herkesin görmesi için köyün meydanında otururmuş.

Yani, bir nevi isyanının, boşanma isteğinin simgesiymiş mor cepken. 

Haliyle kocaların da kabusu.

Zira, mor cepkenini giyen kadını gören halk, etrafında toplanarak koruma çemberine alınca, 

iki seçenek kalırmış hadsiz adama;

1-Ya, kendini affettirecek ve bir daha yapmayacağına inandıracak, 

2-ya da toplum tarafından dışlanacak ve hiç bir aile ona kızını vermeyecek. 


➡️ Bu hikayeden çok etkilendim. Sizlerle de paylaşmak istedim.

Kadının, kız çocuklarının doğru şekilde güçlendiren her şeye sonsuz inanıyorum. Çünkü bizler,  ‘ANNE ‘ oluyoruz. Mor cepken giydiren o erkekleri de biz yetiştiriyoruz😢

Tabiki de baba da çok önemli…. ama sizler de biliyorsunuz ‘babasız’ …oluyor…zor oluyor…ama oluyoo bir şekilde. Oysa ANASIZ hiiiiç olmuyoo. O sevgiyi kimse koyamıyor işte.

Ayrıca mutsuz, gergin, amaçsız annelerin çocukları da dönüyor dolaşıyor analarına benziyorlar. 

O çocuklar; erkekse, böyle mor cepken giydiriyor  kızsa da, 

o da yavrularına annelik yapamıyor.  Demem o ki kızların, kadınların çok iyi yetiştirilmesi gerek çooook…

ferdağ


Temmuz 07, 2022

ONUN TEK SUÇU ..

Onun tek suçu zeki, çalışkan ve başarılı bir öğrenci olmaktı.

Cehaletin, cahilliğin en büyük alkışı aldığı, pohpohlandığı, baştacı edildiği bir ülkede okuyan biri olmak, zaten başlı başına büyük bir suçtu.  Ama  o daha da büyük bir suç işledi, daha çok okuyup insan hayatı kurtarmak için doktor oldu.

Yetmedi, biraz daha çalışıp Kardiyoloji uzmanı oldu.

İşlediği suçlar bununla kalsa iyidi ama o yine durmadı,  incecik damarları açarak, müdahale ederek, ilaç vererek, tedavi ederek binlerce hayat kurtardı, şifa verdi. 

Çok büyük suçlar işledi Ekrem çook...

Oysa  o da  kafasını başka işlere yorsa, bir kaç ihale kotaracak kadar kapasiteliydi.

Belki tosuncuklar gibi milleti de çarpabilirdi.

Ya da başına iki takke,  bir cüppe atıp  hikayeler, hürafeler anlatarak peşine binler takabilirdi. Ömrü boyunca lüks, şarafat içinde yaşayabilirdi

Ama o böyle yapmadı. 

Gece gündüz poliklinikte, nöbetlerde, acillerde çalışarak, çabalayarak evine helal ekmek götürdü.

Ancak “düzgün ve dürüst vatandaş” olmanın suç sayıldığı bir ülkedeydi. 

Ve elbette bütün bu suçları cezasız kalacak değildi.

Eğitimli, akıllı, bilgili insanların istenmediği bir ülkede bugün ceza sırası  Ekremdeydi. 

Uzman Doktor Ekrem Karakaya, %99’unun müslüman olduğu, “kaza ve kadere inanmanın” imanın şartlarından biri olduğuna inanılan bir ülkede, hasta birini kurtaramadı diye, vurularak katledildi.

Onun tek suçu Türkiye gibi cahillerin baştacı edildiği bir ülkede zeki, çalışkan ve başarılı biri olmaktı...

Bunu cezasını da hayatıyla ödedi...

( Konya’da hasta yakını tarafından katledilen meslektaşım Uzm. Dr. Ekrem Karakaya’ya rahmet, yakınlarına başsağlığı diliyorum. ) 

Dr. Deniz Arslan

Temmuz 03, 2022

MUTLU ne zaman olunur 🌸🌺🌸

💫Önce evlendiğimizde hayatın daha iyi olacağına inandırırız kendimizi. Evlendikten sonra, bir çocuğumuz doğduktan hatta ardından bir tane daha olduktan sonra hayatın daha iyi olacağına inandırırız kendimizi.

Sonra çocuklar yeterince büyük olmadıkları için kızar, onlar büyüyünce daha mutlu olacağımıza inanırız. Bundan sonra, ergenlik dönemlerinde çocuklarla uğraşmamız gerektiği için öfkeleniriz.

Kendimize, çocuklarımız bu dönemden çıkınca daha mutlu olacağımızı, yeni bir araba alınca, güzel bir tatile çıkınca, emekli olunca, yaşantımızın dört dörtlük olacağını söyleriz.

Gerçek ise şu andan daha iyi bir zaman olmadığıdır. Eğer şimdi değil ise ne zaman? Hayatınız her zaman mücadelelerle dolu olacaktır. En iyisi bunu kabul edip her ne olursa olsun mutlu olmaya karar vermektir. 

En sevdiğim sözlerden biri Alfred D. Souza'ya aittir. Der ki:

"Uzun zamandan beridir hayatın -gerçek hayatın- başlamak üzere olduğu izlenimine kapılmıştım. Fakat her zaman yolumun üzerinde bir engel, öncelikle erişilmesi gereken bir şey, bitmemiş bir iş, hizmet edilecek zaman, ödenecek bir borç oldu. Sonra hayat başlayacaktı. Sonunda anladım ki bu engeller benim hayatımdı."

Bu görüş açısı, mutluluğa giden bir yol olmadığını gösterdi. Mutluluk yoldur, öyleyse sahip olduğunuz her anın kıymetini bilin ve mutluluğu, vaktinizi harcayacak kadar özel biriyle paylaştığınız için, ona daha fazla değer verin. Unutmayın, zaman hiç kimse için beklemez. Öyleyse;

Okulu bitirene kadar,

100 milyar kazanana kadar,

Çocuklarınız olana kadar,

Çocuklarınız evden ayrılana kadar,

İşe başlayana kadar, evlenene kadar,

Cuma gecesine kadar,

Pazar sabahına kadar,

Yeni bir araba, ya da ev alana kadar,

Borçları ödeyene kadar,

İlkbahara kadar,

Yaza kadar,

Sonbahara kadar,

Kışa kadar,

Maaş gününe kadar,

Şarkınız söylenene kadar,

Emekli olana kadar,

Ölene kadar…

Mutlu olmak için içinde bulunduğunuz "an"dan daha iyi bir zaman olduğuna karar vermek için beklemekten vazgeçin.

Mutluluk bir varış değil, bir yolculuktur. Pek çokları mutluluğu insandan daha yüksekte ararlar, bazıları da daha alçakta. Oysa mutluluk insanın boyu hizasındadır.

Unutmayın, yarın kimseye vaad edilmemiştir.

Murathan MUNGAN