KADIN OLMAK etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
KADIN OLMAK etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Ekim 31, 2022

50 YAŞ ÜZERİNE MUHTEŞEM BİR YAZI.


❤️Sevginin tüm yaşamın anlamı olduğunu, insanı üzmenin günahla eşdeğer olduğunu, yaşamın çok değerli olduğunu anlaşıldığı yaş.

🧡İlk yirmi yılı hiç bir şey anlamadan aileye topluma kendini kanıtlamakla, İkinci yirmi yılı iş güç çoluk çocuk aile içi çatışmalarını idare etmekle,

💜On yılı ise artık olgunlaşmak ve sevginin; salt sevginin değerli olduğunu anlamakla geçer.

💫Elli yaşındaki insan artık önünde tüm gücüyle yararlı olabileceği en çok on beş ya da yirmi yılı olduğunu çok iyi bilir.

💙Ve arkasını dönüp baktığında geçen elli yılın hızından ödü kopar

💚Önünde kalan yirmi yılında bu hızla geçeceğini çok iyi bildiğinden sevginin önemini anlar.

🤍Mutlu olmanın, mutluluk vermenin yaşamın gerçek yüzü olduğunu; gerisinin hikaye olduğunun farkına varır. Ve yaşamında sevgiden başkasına yer vermez.

💫💫Kısacası elli yaşında olmak; mutluluğa açılan kapının keşfedilmesidir.

Temmuz 11, 2022

MOR CEPKEN


Kadın Sığınağı Vakfı MOR ÇATI’nın adı, yörük kızlarının çeyizine konulan ‘MOR CEPKEN’dan geldiğini biliyor muydunuz?

Bir yörük kadını, eşinden dayak yerse, taciz, şiddet görürse, yaşadıklarını ve de kocasını ifşa etmek için çeyizinden mor cepkenini çıkarıp giyer ve herkesin görmesi için köyün meydanında otururmuş.

Yani, bir nevi isyanının, boşanma isteğinin simgesiymiş mor cepken. 

Haliyle kocaların da kabusu.

Zira, mor cepkenini giyen kadını gören halk, etrafında toplanarak koruma çemberine alınca, 

iki seçenek kalırmış hadsiz adama;

1-Ya, kendini affettirecek ve bir daha yapmayacağına inandıracak, 

2-ya da toplum tarafından dışlanacak ve hiç bir aile ona kızını vermeyecek. 


➡️ Bu hikayeden çok etkilendim. Sizlerle de paylaşmak istedim.

Kadının, kız çocuklarının doğru şekilde güçlendiren her şeye sonsuz inanıyorum. Çünkü bizler,  ‘ANNE ‘ oluyoruz. Mor cepken giydiren o erkekleri de biz yetiştiriyoruz😢

Tabiki de baba da çok önemli…. ama sizler de biliyorsunuz ‘babasız’ …oluyor…zor oluyor…ama oluyoo bir şekilde. Oysa ANASIZ hiiiiç olmuyoo. O sevgiyi kimse koyamıyor işte.

Ayrıca mutsuz, gergin, amaçsız annelerin çocukları da dönüyor dolaşıyor analarına benziyorlar. 

O çocuklar; erkekse, böyle mor cepken giydiriyor  kızsa da, 

o da yavrularına annelik yapamıyor.  Demem o ki kızların, kadınların çok iyi yetiştirilmesi gerek çooook…

ferdağ


Haziran 04, 2022

RÜÇHAN ÇAMAY



💫Kadın Biyografilerinin olduğu kitapları  okumayı, dinlemeyi çok seviyorum.Bunlardan bir tanesi de Melike Demirağ’nın annesi Türkiye’nin ilk kadın caz sanatçısı Rüçhan Çamay’ın hayatının anlatıldığı kitap. Okumak isteyenlere 91 yaşındaki bu kadının hayatını öneriyorum. Bence bu güzel kadın bir çok hayata göre çok farklı yaşamış.



Aşağıyada ünlü şarkılarından iki tane daha ekliyorum.

‘Ne Haber’ şarkısını da dinlemek çok keyifli



Tabiki bu eşsiz sesin ‘Para Parra  Parrra’ şarkısını da🥰



Mayıs 22, 2022

Nene Hatun

Hani bazılarımız hemencecik yoruluyor, depresyona giriyor, dünyada tek derdin onda olduğunu sanıyor ya… bakın nasıl kadınlar, kadınlarımız yaşamışlar
nurlarda uyu
NENE HATUN
(1857🌹 22 MAYIS 1955)






 

Mayıs 19, 2022

Ne de güzel öğütler🧚

Sanki bütün insanlar senin evinin düzeni temizlğini izliyor.

Gününün çoğunu kontrolsüzce evin temizliğine, düzenine ayırıyorsun.

 İllaki her şey 4/4 lük olacak diyorsun. 

Çocukların dağıtıyor hemen topluyorsun,5 dakika sonra yine dağılıyor. Kar yağmaya devam ederken evin önünü süpürmek gibi.

 Kendine ayırdığın bir zamanın yok.

 Arkadaşınla kahve içsen, aklın tezgahtaki bulaşıkta kalıyor. 

Paran olsa bile, “bu akşam da dışarda yiyelim” diyemiyorsun.

 İmkanın var ama illaki “her şeyi ben yapacağım” dediğin için eve yardımcı veya gündelikçi sokmuyorsun.

 Sırf her şey senin istediğin gibi olsun diye, her şeyi kendin yapmak zorunda kalıyorsun.

Ya sonra?

Anneliğini azaltıyor,

Eşliğini minimuma indiriyor,

Kendini ise eritiyorsun.

Eve misafir gelecek mesela. Misafir 3-4 saat kalacak ama sen sanki sınava girecek gibi 5 gün önce başlıyorsun hazırlığa. Sanki misafir değil, müfettiş geliyor.

 İstiyorsun ki herkes seni başarılı,güçlü, maharetli bilsin.

 Bilse ne olacak sanki.

Her şey düzenli olmasa ne olacak peki?

Misafiri kendinden üstün görmesen, mutfaktan çıkmayan değil de, beraber yesen.

 Lokantaya gelmiş değil de, eve gelmiş gibi davransan.

 Mesela kendini kanıtlamaya çalışmasan.

Daha çok okusan, bulmaca çözsen , yeni şeyler öğrensen

 Mesela aman varsın bir şeyler de eksik olsun” desen, kendini bu kadar paralamasan ne rahatlarsın değil mi?

Kimse sana madalya takmayacak.

Daha çok değerli olmayacak, daha çok sevilmeyeceksin.

Başkaları daha azıyla daha çok sevilip el üstünde tutulurken sen hep hizmet üreteceksin.

Keşke kendini daha çok önemsesen,gevşesen..

Eşinle daha çok sohbet etsen. Anneliği kutsallaştırıp kadın olduğunu unutmasan.

Bak bu dediklerimi bir gün diyeceksin ama iş işten geçmiş olacak.

Her şey düzen değil.

Her şey iş ve para değil.

Her şey başkasının ne düşündüğü hiç değil..

KENDİNİ İHMAL ETME. 

Sonra hep alacaklı olursun ama kimse kendini borçlu hissetmez.

(SERHAT YABANCI)

Mayıs 01, 2022

İlk 1 MAYIS şiirini yazan oydu.

HARAMİLERİN DÜZENİNE KAFA TUTAN BİR KADIN..

Adı Zeliha'ydı.

Beş çocuklu yoksul bir ailenin kızıydı.

Hayatları çok zordu.

Bir yandan açlık, bir yandan hastalık.

Hastalıklar kardeşlerini birer birer yanından aldı.

Ailenin tek çocuğu kaldı.

Yaşasın diye ismini değiştirdiler.

Yeni adı, Yaşar Zeliha oldu.

*.  *.  *

6 yaşında annesini kaybetti.

Artık yatalak bir teyze ile sarhoş bir babanın himayesindeydi.

Kendisini sokaklara attı.

Küçük yaşta, emeği, sömürüyü, haksızlıkları gördü.

Okumaya karar verdi.

Ama babası izin vermedi.

Babasından gizli okula gitti; "Ben öksüzüm hoca efendi, beni okutunuz." dedi.

Kayıt oldu.

Bunu duyan babası evden kovdu.

Komşuları sahip çıktı.

*.  *.  *

Sadece bir yıl okulda kalabildi.

Sonra hocasız kendi başına okudu.

Çalışıyor, kazanıyor, kitap alıyor, okuyordu.

Kuranı hatim etti.

Başörtüsünü hiç çıkarmadı.

Şiire merak sardı.

Osmanlıca'yı iyi kullanıyordu.

Cumhuriyet ile birlikte yeni alfabeye de uyum sağladı.

Şiirler, kitaplar yazdı.

Eğitimsiz olmasına ragmen yazıları büyük ilgi gördü.

Çok eğitimli yazardan daha etkiliydi.

Hep yazdı.

Halkı yazdı.

Emeği yazdı.

Muhalif dergilerde sömürüyü yazdı.

Yazdıkça başı derde girdi.

1925-1927 yıllarında defalarca tutuklandı.

Nazım Hikmet gibi dönemin ünlü sosyalistleriyle aynı şekilde sorgulandı.

Amele Derneği'ne üye oldu.

Grevleri destekledi.

Nerede haksızlık var, kalemi oradaydı.

Hiç eğilmedi, hiç bükülmedi.

O yüzden de soyadı kanununda "Bükülmez" soyadını aldı.

*.   *.   *

1 Mayıs geldi yine.

İşçi Bayramı.

Yine yasaklar, yine engellemeler.

Yaşar Zeliha Türkiye'de  1 Mayıs'ın işçi bayramı olarak kutlanması için çok mücadele etti.

Özellikle Cumhuriyet döneminde 1 Mayıs'ın yasaklanmasına çok büyük tepki gösterdi.

1 Mayıs'ın isminin "Bahar ve Çicek Bayramı" olarak değiştirmesine isyan etti.

Yine yazdı, hep yazdı.

Türkiye'de 1 Mayıs için şiir yazan ilk şair oldu.

1923 yılında kaleme aldığı o şiirin mısraları şöyleydi;

"Ey işçi.

Bugün hür yaşamak hakkı seninken,

Patronlar o hakkı senin almışlar elinden..

Sa’yınla edersin de “tufeyli”leri zengin.

Kalbinde niçin yok ona karşı yine bir kin?

Rahat yaşıyor, işçi onun emrine münkâd;

Lakin seni fakr etmede günden güne berbâd.

Zenginlere pay verme, yazıktır emeğinden.

Azm et de esaret bağı kopsun bileğinden.

Sen boynunu kaldır ki onun boynu bükülsün.

Bir parça da evlatlarının çehresi gülsün.

Ey işçi

Mayıs birde bu birleşme gününde şüphe bugün kalmadı bir mani önünde.

Baştanbaşa işte koca dünya hareketsiz;

Yıllarca bu birlikte devam eyleyiniz siz.

Patron da fakir işçilerin kadrini bilsin

Ta’zim ile, hürmetle sana başlar eğilsin.

Dün sen çalışırken bu cihan böyle değildi.

Bak fabrikalar uykuya dalmış gibi şimdi.

Herkes yaya kaldı, ne tren var, ne tramvay

Sen bunları hep kendin için şan-ü şeref say.

Birgün bırakınca işi halk şaşkına döndü.

Ses kalmadı, her velvele bir mum gibi söndü.

Sayende saadetlere mazhar beşeriyet;

Sen olmasan etmezdi teali medeniyet.

Boynundan esaret bağını parçala, kes, at!

kuvvetedir hak, hakkını haksızlara anlat.

*.  *.  *

Üç kez evlendi.

İlk eşi Yaşar Zeliha ismini beğenmedi.

Yaşar Nezihe oldu.

İlk eşini kaybetti, diğerlerinden boşandı.

Hem sosyalist, hem başörtülüydü.

İlkelerinden hiç taviz vermedi.

Ama bedeli de ağır oldu.

Hayatının son günlerinde çok geçim sıkıntısı çekti.

Geliri sadece babasından kalan 42.5 kuruşluk emekli maaşıydı.

Aç kaldı..

Sonunda dayanamadı Ankara'ya bir isyan mektup yazdı; "Rahmetli pederimden emanet kağıt para olarak 42.5 kuruş, kırk on beş de para veriyor. Bu para ile bu hayatı sürüklemek mümkün değil. İhtiyar bir kadınım, evvelki gibi çalışamıyorum. Gözlerim görmüyor. Yağsız en kuvvetli makineler bile işlemez. Hayatım daima açlık ve acılar içinde geçiyor. Açlık alçaklık değildir. Uzun müddet bu hale tahammül mümkün değil. Bir gün haber-i vefatım işitilirse açlıktan öldüğüme herkesin vicdanı emin olsun."

Ankara'dan ses çıkmayınca, bu mektubu gazetelere yolladı. Bir kaç muhalif gazete yayınladı. Olay oldu. Ankara çok kızdı. Hakkında soruşturmalar açıldı.

♥️🤍♥️5 Kasım 1971’de sefalet içinde öldü. Sessiz sedasız Küçükyalı Altıntepe Mezarlığı’nda gömüldü. Uğruna mücadele verdiği milyonlar adını bile duymadı.

(Sedat Kaya)

Nisan 18, 2022

İlk Güzellik Kraliçemiz: Feriha Tevfik



4 Şubat 1929 günü Cumhuriyet gazetesinde yayınlanan ilanda şöyle deniliyordu: 

"Bütün dünyada güzel kadınlar seçilir ve memleketlerinin güzellik kraliçesi intihap edilirken, bizim böyle bir kraliçemiz niçin olmasın? Türkiye'nin en güzel kadını acaba kimdir?". 


Bu ilanla güzelini arayan gazete aynı zamanda mayoyla podyuma çıkacak olan kızların ahlaka uygun olmayacağı eleştirilerine de yanıt vermiş oluyordu. Yarışmanın ilk elemesi halk tarafından yapıldı. Birkaç ay süren tanıtımlar sonucunda gazetede yayınlanan resimler üzerinden oy kullanan halk, jüri için 48 yarışmacıyı seçer. 


2 Eylül günü yapılan yarışmada jüri, son kararını verir. "Orta boylu, kıvırcık lepiska saçlı, altın gözlü, beyaz tenli, zarif endamlı, beyaz krep satenden bir elbise giymiş olan Feriha birinci olur.





Dostlar, 
hemen ardından Feriha Türkiye'yi Amerika'da temsil eder.
“Aklımdan çıkaramadığım Amerika’yı ve o büyük sinema dünyası Hollywood’u görecektim.” 
sözleriyle yaşadığı heyecanının dile getiren ilk kraliçe
haftalar süren yolculuk sonunda gemiyle nihayet Amerika’ya varır.

Güzelleri bekleyen meraklı gazeteciler hemen güverteye doluşurlar.
Bundan sonrasını kendisi şöyle anlatmış;
“Güvertede bekleyen gazetecilerin flaşları parlamaya başladı. Çok az anladığım İngilizce ile onların Türk güzeli diye bekledikleri mahlukun Afrikalı bir maymun olduğunu anladım. 
Bunu öğrenince kahkahalarla gülmeye başladım. 
Gazeteciler beni gördükleri an büyük bir şaşkınlığa düştüler.“

Bu yarışmaya ait videoyu ekledim.
👇👇👇



❤️Tabiki bu güzel kızın hayatı birden bire değişir. Önce filmlerde rol alır, ardından tiyatroya geçer. 

💚Fakat 1939 yılında değerinin bilinmediğini ve kırgın olduğunu söyleyerek bir daha dönmemek üzere, perde ve sahneden uzaklaşır.


💜🤍🤎Feriha Tevfik, üç kez evlenir.1955 yılında ölen üçüncü kocası olan ceza avukatı Sadi Rıza Dağ‘dan tek çocuğu olan Atilla Germiyanoğlu dünyaya gelir. Feriha Tevfik, 22 Nisan 1991 tarihinde İstanbul’da 81 yaşında beyin kanaması sonucu ölmüştür.(Allah rahmet eylesin)


Nisan 08, 2022

Finlandiya’nın Yeni Doğan Bebekler İçin Verdiği Kutunun Gizemi

          

💜75  yıldır Finlandiya hükümeti, hamile kadınlara bir kutu veriyor. Bu kutu  giysiler, battaniyeler, oyuncaklar ve gerekli çeşitli malzemelerden  oluşuyor.

💛Kutu aynı zamanda yatak olarak da kullanılabiliyor.  Kimilerine göre bu kutu dünyanın en düşük bebek ölüm oranına sahip  Finlandiya’nın bu ünvanı kazanmasına yardım etmiş.

💙Bu gelenek  1930’lara kadar dayanıyor ve asıl amacı Fin çocuklarına ailelerinin  geliri, sınıfı ne olursa olsun “eşit” bir başlangıç sağlamak.

💚Annelik ya da bebek paketi olarak adlandırılan bu kutular devletin tüm hamile kadınlara hediyesi.

🖤Kutuda montlar, uyku tulumu, sokak giysileri, banyo aksesuarları, bir kaç bez, yatak alezi ve küçük bir uyku minderi var.

🤍Kutunun  dibindeki minder ile beraber kutu bebeğin ilk yatağı oluyor. Tüm  sınıflardan binlerce çocuk ilk gecelerini dört karton duvardan oluşan bu  kutu-yatakta geçiriyor.

🤎Annelerin kutuyu ya da belli bir miktar  parayı seçme hakları var. Bu miktar 140 euro kadar. Ancak anne  adaylarının %95’i kutuyu seçiyor.

💜Bu gelenek 1938 yılında başlamış ancak o zamanlar sadece düşük gelirli aileler için kullanılıyormuş.

💛Daha sonra 1949 yılında Finlandiya devleti hangi sınıftan olursa olsun herkese bu kutuları sağlamaya başlamış.

💙Kutu  anneye daha anneliğin ilk günlerinde ihtiyacı olarak her şeyi sağladığı  gibi, bilgilendirme kitapçığı ile de gelecekte karşılaşacağı durumlar  için onu hazırlıyor.

💚Aynı zamanda giysiler kız-erkek çocuk arasında değiştirilebilir olsun diye “cinsiyet ayrımı gözetmeyen renklerden” seçilmiş.1940’larda kutudaki giysiler kumaş halindeymiş, çünkü o zaman anneler daha çok evde giysi dikerlermiş.

🖤Kutuya biberon veya mama kabı anneleri emzirmeye teşvik etmek için konulmuyor.

🤍Aynı  zamanda kutuda çocuğun ilerde okumuş, kültürlü bir birey olmasını  teşvik etmek ve devlet desteğini sembolize etmek için bir kitap  bulunuyor.

✅Kutunun asıl amacı da çocuklara ve ailelere “eşitlik”  anlayışını aşılamak ve en azından bir gece bile olsa zengin ve fakirin  aynı şartlar altında yaşamasını sağlamak...

Mart 29, 2022

BİR ÖMÜR HİKAYESİ

70 YIL BİR ANNEYİ BEKLEMEK

Mardin’in 14 km uzaklıktaki Bine-bil köyünde, Vedia ve tren istasyonunda hamallık yapan Hanna Süryani çiftinin 1928 doğumlu çocuğudur Circis Kaplan.

Annesi Circis’e “Bahe” lakabını takar. Mardinliler de Süryanice bülbül manasına gelen ve doğduğu köyün ismi olan “Binebil” lakabını eklerler. Böylece “Bahe Binebil” olarak bilinir.

Bahe’nin ailesinin durumu pek iyi değildir .  Ailesi ve  özellikle ablaları tarafından çok sevilir Bahe. Bir buçuk yaşındayken annesi onu bir kuyunun yanındaki yatağa yatırır. Uyurken yanına yanaşan horozun saldırısına uğrar. Çığlığına annesi yetişir. Yüzü gözü yara bere içinde kalır. Kalıcı izler bırakır bu olay. Dört yaşına kadar pek bir şey belli etmez ancak daha sonra zihinsel olarak da izler kaldığı ortaya çıkar. Çocuk gibi kalır, saf kalır. Konuşma ve anlama güçlüğü çeker yaşadıklarından dolayı.

Altı yaşında babasını kaybeder ve annesi çaresiz kalır. Anne Vedia, baba evine dönmek ister ama Bahe’'yi özürlü diye  istemezler. Bahe’yi manastıra bırakır. Annesi son defa sarılır ve “Biz geleceğiz” der. Kapıya kadar tekrar eder: “Biz geleceğiz Bahe”. Kız kardeşi, “Hem çocuk, hem de saf biriydi ve  annem onu manastıra bıraktı. Manastır onun hem annesi hem de babası oldu” diyor.

Manastırda çobanlık, bahçıvanlık gibi çeşitli işlerde çalışır. Manastırın kapısı her açıldığında koşar, bir ümitle ilk o açar. Uzun yıllar manastırda kalır.

Manastırdakiler de ona alışır. “Bahe amca bu manastırın bir taşı haline geldi. Allah etmesin Bahe amca ölürse manastırda bir taş eksilecek” diyecek kadar çok alışmışlardır.

Ama Bahe hep annesini bekler, annesinin öğrettiği Arapça’yı konuşur. Yaklaşık 70 yıl manastırda kalmasına rağmen Süryanice konuşamaz. Annesinin öğrettiği dili bilir ve annesinin yolunu gözler. Çocuk gibi kalır, hep annesinin geleceğine inanır.😔

Mardin Kırklar Kilisesi başpapazı Gabriel Akyüz, “Annesi 6 yaşında iken kendisini Delrulzafaran Manastırı’na bırakıp gitti. Bugün, yani 86 yaşına bastığı bugünlerde bile annesini bekliyordu.“ 

🌹Tam 70 yıl annesini bekler. Kalbi dayanamaz ve 2014 yılında Deyrulzafaran’da bir taş eksik kalır.

🌹🌹Ruhun şad mekanın cennet olsun güzel insan...

Mart 26, 2022

KÖY YORGANIN MUCİZESİ




Ah! bizim parlak, renkli, işlemeli anne yorganlarımız. 
Bir zamanların çeyizlerin baş kahramanları.🥰 
Belki hızla değişen hayatımızda eskisi gibi yoklar ama nasıl da faydalıymış bu kahramanlar. 
Hatırlayalım mı?

💫Bu yorganlar uyurken bizi sarmalar. Ağırdırlar. Dolayısıyla üzerimizden düşmeleri de kolay değildir. 


💫Son yıllarda yapılan araştırmalarda, bu ağır yorganların altında yatmanın stres bozuklukları, anksiyete, uykusuzluk sorunları ve daha birçok psikolojik hastalığa gerçekten de yarar sağladığını bilimsel olarak kanıtlanmıştır.


💫Bilim insanlarına göre, özellikle uyku öncesi vücut üzerinde hissedilen bu kuvvet, insanı oldukça hızlı bir şekilde sakinleştiriyor. Bunun da sebebi bebekken anne kucağındaki güveni hatırlatması olarak açıklanıyor.


Koyun yünü sinyal ve radyasyon emicidir.Kullandığımız ; cep telefonu, modem, kumanda gibi elektronik cihazların yaydığı radyasyonu emerek vücudumuza zarar vermesine mani olmaktaymış.


Ayrıca koyun yünü;

✅vücutta biriken negatif enerjiyi alırmış,

✅ısıyı da dengeliyormuş (yazın serin, kışın sıcak tutmakta) 

✅alerjik ortamların oluşmasına da fırsat vermiyormuş,

✅bir çok romatizma ağrılarına iyi gelmekteymiş


Var mı sizler de bu yorganlardan, yataklardan???

Yün yatakta yatamıyor, yün yorganla örtünemiyorsanız en azından; yün çorap, fanila, gömlek giymeli, yün eldiven takmalı. Yün kuşak muhakkak kullanılmalı.               


                           

Alıntı


Mart 25, 2022

Ya adam gibi, gönlünce , keyifle yaşarsın.

 



💫40 , 50, 60, yaş var ya bu yaşlar… bu yaşlarda;

Bir çok şey için erken
Hata yapamayacağın kadar geç,
Dünyayı baştan yaratacak kadar güçlü,
Boyun eğmeyecek kadar sağlam,
Ama bir kez daha kırılmayacak kadar yorgun olursun.

Atacağın her adımı, 
doğru atmak için uğraşırsın.
Aklını dinlemeyi öğrenirsin.


Yıllardır en yakın  bildiklerinin,
ufacık bir şeyde senden vazgeçtiklerine şaşıp kalırsın.
Yalnızlaşırsın.
Ama yalnızlaşmanın da 
nasıl güzel bir şey olduğunu öğrenirsin.

Birileri sizi;
çok genç görse de,
fiziksel olarak iyi görünseniz de,
tüm gerçeğinizi” 
yalnızca sizin bildiğiniz dönemdir.

Kendinizi gencim diye kandırmadığınız,
‘Olgunlaşmaktan’ haz aldığınız dönemdir.

Ağır bir dönemdir…hem de çok...

Başkalarını merkeze koymaktan kurtulup, 
kendine kıymet verilen dönem...
Onun için ne yapabilirim yerine, 
ne istiyorum denilen dönem..
Hayatındaki herkese, 
‘HEY ben de varım!" dediğin bir dönem...
Kırmak istemediğinden çok, 
kırılmak istemediğin bir dönem...

Çağlayan'ın tam tepesi.

Sonbahar gelmeden, şortunla bahçede oturabileceğin son dönem...

Özetle güzel dostum bu yaşlar; Ya adam gibi, gönlünce , keyifle yaşarsın. Ya, kış gelir, o baharı yana, yana ararsın...

Mart 23, 2022

Güzeller Güzeli Bergen’in Hayat hikayesi...



Filmini seyretmedim henüz. Yeşim Demir tarafınca yazılan kitabını dinliyorum. Sanırım en hızlı dinlediğim kitaplar arasına girecek. 

Aşağıdaki satırlar Gazeteci  Mehmet Çoşkun tarafından kaleme alınmış dostlar…İyi okumalar

🌺🌸🌺🌸🌺🌸🌺🌸🌺🌸

…..Bu hikayeyi yüreğiniz nasıl kaldıracak bilmiyorum çünkü ben araştırma yaparken bile kalbim sıkıştı, sonuna doğru ise sinirden yumruklarımı sıktım. Dünyalar güzeli Belgin Sarılmışer'in acı ve şiddet dolu hayatına buyurun birlikte isyan edelim.Sarılmışer Ailesi'nin kızları Belgin, Mersin'de doğduğunda takvimler 15 Temmuz 1959'u gösteriyordu. Mutlu aile hayatı, geçim derdinin üstüne anne ve babanın şiddetli geçimsizliği eklenince yerini mutsuzluğa bırakmıştı. Sabahat Hanım kocasından ayrılıp 6 yaşındaki kızı Belgin'i de yanına alarak Ankara'ya gitti.Sabahat Hanım bu fikri zor da olsa kabul etti, Belgin ise havalara uçuyordu.

Nitekim Ankara Devlet Konservatuvarı Piyano Bölümü'nü birincilikle kazanan Belgin, ilk iki yıl piyano ve viyolonsel eğitimi aldı.Ancak maddi imkansızlıklar annesiyle kurduğu yeni hayatında da peşini bırakmıyordu. Bu yüzden çok sevdiği konservatuvarı bırakıp çalışması gerektiğine karar verdi. Önce memuriyete yaşı tutmadığı için yaşını büyüttü, sonra da PTT'de çalışmaya başladı.Bir gün arkadaşlarıyla gittiği bir mekanda etrafındakilerin "hadi bir şarkı söyle" ısrarı öyle yoğun oldu ki, mekanın sahibi İlhan Feyman bile devreye girdi onu ikna etmek için. Belgin'in "Batsın bu dünya" diye şarkıya girmesiyle herkes yerle yeksan oldu.

Gazino sahibi İlhan Feyman hem bu yeni yeteneği kaçırmak istemiyor hem de Belgin'in dükkanına kazandıracağı parayı düşünüyordu. Derhal yeni yıldızına "Artık bu sahne senindir" teklifinde bulundu.Annesi Sabahat Hanım bu sahne işinden pek hoşlanmadı. Bu yüzden Belgin'i dayısının oğlu Göksel ile alelacele evlendirdi. Bu "Ben artık seni istemiyorum, başkasıyla evleneceğim" diyen Yalçın'dan sonra Belgin'in ikinci ilişkisi olacaktı. Fakat bu sefer arada ne aşk vardı ne bi şey...Bu zoraki evliliğe ancak 4 yıl dayanabildi Belgin. 20 yaşındayken Göksel Çakır'dan ayrıldıktan sonra Adana'da sahneye çıkmaya başladı. Çok kısa süre sonra Adana gazinolarının en çok dinlenen ünlü ismi olmayı başarmıştı.

Adana'da sahneye çıktığı mekanın en ön masasına her gün aynı adam gelmeye başlamıştı. Kendisi gelemese mutlaka çiçekleri geliyordu. Bergen çiçekleri gönderen adamın kafasına atmaktan hiç çekinmedi. Fakat Halis isimli adam yılmadı, "beni tanisan çok seversin" yazılı çiçeklerini göndermeye devam etti.Bir süre sonra çiçeklerin sahibine kayıtsız kalmak istemedi, bir şans verdi ve görüşmeye başladılar. Bir gün Belgin'in sahneden kazandığı parayla taksitle aldığı arabası yandı. Halis "üzülme, ben sana yenisini alırım" dedi. Belgin bu şefkatli yaklaşıma daha da teslim oldu. Çok sonradan öğrenecekti taksitle aldığı arabasını yakan adamın bizzat Halis olduğunu.Hayranlıktan doğan bir aşk başlamış gibi görünüyordu, bir sorun yoktu.

Halis Belgin'i evlenmeye ikna etti, nikah masasına oturdular. Belgin ilk defa aşk evliliği yaptığını düşünse de Halis halihazırda zaten evli ve çocuklu bir adamdı, zaten nikah da memur da sahteydi.Halis'in eşinden boşanmasından sonra yeniden birlikte olmaya karar verdiler. Bu kez gerçek bir nikah kıyıldı ama tek şart Belgin'in artık sahneye çıkmamasıydı. Belgin zaten dünden razıydı evinin kadını olmaya ama düşündüğü gibi huzurlu bir yuvası olmayacaktı. Birbiri ardına gelen şiddet olayları başlamıştı ve sonu gelmiyordu. Belgin karar verdi, bu evi artik terk etmesi gerekiyordu.Norveç'in Bergen şehrinin kulağa hoş geldiğini düşünen Belgin adını değiştirerek yeniden sahnelerde aldı soluğu.

Bergen'in İzmir'de sahneye çıktığını duyan Halis "benimle evliyken sarhoş doyuramaz" diyerek korkunç bir plan yaptı. İzmir'deki adamına gazinoya giderek Bergen'in üstüne kezzap dökmesini söyledi.Azmettirici Halis Serbes'in kezzap attırmasından sonra Bergen'in iki gözü de hasar gördü, vücudunun büyük bir bölümü yandı. Bir gözü daha sonra görme yetisini yeniden kazansa da diğer gözü tamamen gitti. O anla ilgili Bergen'in yaptığı açıklama gazetelerde şu şekilde yer aldı:'O anda iki gözüm gitti. Sadece çığlıklar duyuyorum. Bir ara 'suya götürün' diyorlar. Kadere bak ki sular kesik. Su ip gibi akıyor. Üzerimdeki giysileri yırtıp her tarafımı sardılar. O an her yer çok karanlık, bir şey göremiyor, gözlerimi açamıyorum.

Kısa bir süre sonra ekip arabası geldi. Ege Üniversitesi Hastanesi'ne götürdüler. Hastanede 45 gün kaldım, yara tedavisi gördüm.

Taburcu olduktan sonra İzmir'den Ankara'ya dönerek 3 kez ameliyat olan Bergen'in çıkan sağ gözüne protez çukur yapıldı. Yok olan burun kanatları kıkırdaklarla yeniden oluşturuldu. Yüzüne kalçasından deri eklendi. Tedavisi tamamlandıktan bir süre sonra gazinocuların ikna etmesiyle yeniden sahnelere çıkmaya başladı Bergen. Bu sefer "Acıların Kadını" albümüyle daha da ünlenmiş, Altın Plak ve Altın Kaset ödüllerini arka arkaya almıştı.Bu arada bir de sahnede bıçaklanma olayı var Bergen'in. Konser için Adana'dayken gazinonun fotoğrafçısı tarafından bıçaklandı.

Herkes bu olayın Halis tarafından yapıldığından emin olsa da Bergen inkar etti. "Hayır bu gazinocular arasındaki bir olay, onunla ilgisi yok. Benim şanssızlığım o an sahnede olmaktı" dedi.O artık bir fenomendi. İnsanlar onu dinlerken adeta onun yaşadıklarını kendi iliklerinde hissediyor, gücüne ve dirayetine ayrıca hayran oluyorlardı.Halis cezaevindeyken resmi olarak boşandılar ancak hapisten çıktıktan sonra yeniden birlikte olmaya başladılar. Bergen'in yaptığı en büyük hatalardan biri yüzüne kezzap attıran adama yeni bir şans vermesi oldu belki de. Halis Serbes'in iddiasına göre kendisi hapiste yatarken Bergen onu ziyarete bile gelmişti. Gerçek böyle olsa bile bu Halis'in ne kadar korkunç bir adam olduğunu değiştirmiyor.

"Yıllar Affetmez" şarkısıyla yeniden ortalığın tozunu attırıyordu Bergen. Yükselişi artık engellenemiyordu. İsmi Bülent Ersoy'dan, İbrahim Tatlıses'ten sonra gelen ilk isim olmuştu artık.Halis'le artık ipler tamamen kopmuştu. Gördüğü şiddetin sonunun gelmeyeceğini ve bu yolun sonunda en ufak bir mutluluk olmayacağını fark etmişti Bergen. Sahneler artık onun tek mutluluk kaynağıydı.Zaten gittiği her yere de annesiyle gidiyordu. Tıpkı yine bir gün Mersin'e konsere gideceği gibi... Yoldayken araçlarının Halis tarafından takip edildiğini anlayınca hemen polisi aradı.Polis gerekli tedbirlerin alındığını söyleyince Bergen ve annesi rahat bir şekilde yola devam ettiler. Sabah 04:00 sularında karınlarını doyurmak için yol üstünde bulunan bir restoranda durdular. Halis ilk önce Sabahat Hanım'a "sana ölümü tattırayım mı?" dedikten sonra üç el ateş etti. Sabahat Hanım yaralandı ama birazdan kızının altı el kurşunla öldürüleceğini görmek o yaralar kadar acıtmadı vücudunu.Bergen hasta ve cani bir adam tarafından işte bu şekilde katledildi. İnsanlar korkudan cenazesine bile katılamadılar."Mezarda bile seni rahat bırakmayacağım" diyen Halis Serbes yüzünden Sabahat Hanım kızının mezarına demir kafes yaptırdı. Peki Halis Serbes'e ne mi oldu? Suriye üzerinden Beyrut'a, oradan da bir şekilde Almanya'ya kaçtı. 6 ay Almanya'da kaldıktan sonra ihbar sonucu yakalanıp 11 ay hapis yattı. Ardından Türkiye'ye iade edildi. Türkiye'de de 7 ay hapis yattıktan sonra serbest bırakıldı. Evet doğru okudunuz, yanlış bir bilgi yok: 7 ay! Halis Serbes'le ilgili 2018 yılında bambaşka bir gazete haberi vardı: 4 erkek çocuğa cinsel istismarda bulunduğu gerekçesiyle tutuklanmıştı.Bugün ise niyeyse artık "Neler Oluyor Hayatta" programında kendisine mikrofon uzatıldı. Halis Serbes'in söyledikleri yine herkesin kanını dondurdu:Serbes, "Bunu kendisine söyledim. 'Sen hak ettin, seni öldüreceğim' dedim" diyerek, ünlü şarkıcıyı neden öldürdüğüne dair ayrıntıları da paylaştı. Serbes ayrıca 'Her dediği oluyordu, daha ne istersin?' diye de konuştu.

'Pişman mısınız?' sorusuna ise çok emin bir şekilde 'Yok değilim' diyen Serbes 'Annesi 'ölümden korkmuyorum' diyordu. İlk ona sıktım. Öldü sandım.

Ölmese ben onu sağ bırakır mıydım?. Annesinin ölmeyişine çok üzüldüm." diye de ekledi.İnsanın içinden o kadar çok şey söylemek geliyor ki maalesef her duygunun bir ifade karşılığı yok, sözcükler çok yetersiz. Kadın cinayetlerine dur demeyen de en az bu cinayeti işleyenler kadar suçludur. Ve Bergen, sen hâlâ bizim gönlümüzün bir tanecik güzeli ve en yanık sesisin. Ne seni unuturuz ne de katledilen diğer kadınları!

Kaynak: Mehmet Çalışkan 

Habertürk



#kadın #bergen #kadınolmak