Nisan 28, 2022

Kendimi sevmeye başladığımda

♥️Kendimi sevmeye başladığımda, hangi koşullarda olursam olayım, doğru zamanda, doğru yerde bulunduğumu ve her şeyin tam da olması gerektiği zamanda gerçekleştiğini anladım. İşte o zaman huzura erdim. 

Bugün buna “ÖZ GÜVEN” diyorum.


💜Kendimi sevmeye başladığımda, duygusal acı ve kederin sadece kendi doğrularıma aykırı yaşadığımı hatırlatan birer uyarı olduğunu anladım. 

Bugün bunun “ÖZGÜNLÜK” olduğunu biliyorum.


💚Kendimi sevmeye başladığımda, farklı bir hayatı arzulamayı bıraktım ve etrafımı saran her şeyin beni büyümeye çağırdığını gördüm. 

Bugün buna “OLGUNLUK” diyorum.


🧡Kendimi sevmeye başladığımda, yanlış bir zaman olduğunu ve hazır olmadığını bildiğim halde birini kendi istediklerimi yapması için zorlarsam, o kişi kendim bile olsam, onu nasıl incitebileceğimi anladım. 

Bugün buna “SAYGI” diyorum.


💚Kendimi sevmeye başladığımda, sağlığıma iyi gelmeyen her şeyden; yemeklerden, insanlardan, durumlardan ve beni aşağı çeken ve benliğimden uzaklaştıran her şeyden kurtardım kendimi. 

Bugün bunun “KENDİNİ SEVMEK” olduğunu biliyorum.


💙Kendimi sevmeye başladığımda, kendi zamanımdan çalmayı ve gelecek için büyük projeler tasarlamayı bıraktım. Bugün bana sadece keyif ve mutluluk veren, yapmayı sevdiğim ve içimi neşe ile dolduran şeyleri, kendi tarzıma ve ritmime göre yapıyorum. 

Bugün buna “SADELİK” diyorum.


💛Kendimi sevmeye başladığımda, her zaman haklı olmaya çalışmayı bıraktım ve o zamandan beri daha az yanılıyorum. 

Bugün bunun “ALÇAK GÖNÜLLÜLÜK” olduğunu keşfettim.


♥️Kendimi sevmeye başladığımda, geçmişte yaşamaya devam etmeyi ve gelecek hakkında endişelenmeyi reddettim. Şimdi sadece her şeyin gerçekleştiği “anın” içinde yaşıyorum. 

Bugün her bir günü günbegün yaşıyorum ve buna “MEMNUNİYET” diyorum.


💜Kendimi sevmeye başladığımda, aklımın beni rahatsız ve hasta edebileceğini fark ettim. Fakat kalbimle daha çok bağ kurmaya başladığımda aklım değerli bir dostum oldu. 

Bugün bu buna “KALBİN BİLGELİĞİ” diyorum.

           (Charlie Chaplin)

Nisan 24, 2022

PANDAlar ve İNSANlar arasındaki ortak özelikler

 Boşuna sevmiyoruz biz bu tatlişleri☺️

💚Pandalar arkadaşlarıyla zaman geçirmeyi severler.



💙Üzüldükleri zaman ise yalnız kalmak isterler.


❤️Korktukları zamanlarda da yakınlarının yanına koşarlar.


🤍Her ne kadar sevimli de olsalar pandalar da bizler gibi çakaldır:))



💜Yemek yemeye ve yayılmaya bayılırlar.



💛Pandaların uyumak için belli yerleri pek yoktur. Nerede uykuları gelirse orada yatarlar.



♥️Sevdikleri şeyleri paylaşma konusunda pek istekli değildirler:)))


kaynakça: onedio.com



Nisan 21, 2022

Ben para dedim, onlar SEVGİ dediler.


Küçükken, rahmetli babacığım tuttuğum oruçlarımı satın alırdı.
Bazen bir kaç saat tutardım, bazen yarım gün,bazense tam gün...

Anneannemden öğrendiğim duaları okurdum orucumu süslemek için.Azıcıkta yüksek okurdum ki babam duysun.

Orucumu satarken bir de pazarlık yapardım...😌
Güzel insandı babam. Bonkör adamdı...Anlamamazlıktan gelir , ben ne dersem verirdi.
"Oruç senin, bedelini de sen söyleyeceksin" derdi.
Ben sanırdım ki orucumu sattım.
Meğerse babam,
kısacık ömründe
kalbime oruç sevgisini yerleştirmek istermiş...😪
Ben babama para derken,
Babam bana SEVGİ dermiş...

💢💢💢

Son 7 yıl, ilkokulda görev yaptım.
Burada da yavrular oruç tutmak istiyorlar. 3 kızım var. Bana her teneffüs uğrayan, birbirimizi farklı sevdiğimiz.

Bu kuzular aynı sitede oturuyorlar. Anneleri de yakın komşular. Büyükler olgun olunca yavrularda olgunlar. Anneleri;
"Yaşları küçük okul da yoğun, tutmasınlar istiyoruz ama bizi dinlemiyorlar hocam" diyorlar.
"Durun hele benim bildiğim bir taktik var. Satın alayım mı kızçelerinizin oruçlarını?" diyorum. Anneleri izin verince teneffüste, 
"Kızlar orucunuzu satın bana, yaşınız küçük olduğundan sevabınız büyük. 
Sevabınızı paylaşın bu öğretmeninizle. Hem de parada kazanırsınız, olmaz mı?...

Bana bakıyorlar,  birbirlerine bakıyorlar, anlamaya çalışıyorlar dediklerimi...Gidiyorlar.

Öbür teneffüste yine yanımdalar.
"Öğretmenim biz satacağız oruçlarımızı... 
para istemiyoruz senden ama isteklerimiz var "
"Söyleyin bakalım, neymiş istekleriniz? diyorum. 
Biri, "akşam iftara bize geleceksin" , 
diğeri "yarın gece sahurda bizimlesin" , 
öbürü "davulcuyu benim odamdan birlikte seyredeceğiz" diyor...

Ben onlara para diyorum
Onlar bana SEVGİ diyorlar.
İyiki diyorlar...  🙏🌹🙏

Benzer bir tad için buyrun...😊➡️ tık tık

Nisan 18, 2022

İlk Güzellik Kraliçemiz: Feriha Tevfik



4 Şubat 1929 günü Cumhuriyet gazetesinde yayınlanan ilanda şöyle deniliyordu: 

"Bütün dünyada güzel kadınlar seçilir ve memleketlerinin güzellik kraliçesi intihap edilirken, bizim böyle bir kraliçemiz niçin olmasın? Türkiye'nin en güzel kadını acaba kimdir?". 


Bu ilanla güzelini arayan gazete aynı zamanda mayoyla podyuma çıkacak olan kızların ahlaka uygun olmayacağı eleştirilerine de yanıt vermiş oluyordu. Yarışmanın ilk elemesi halk tarafından yapıldı. Birkaç ay süren tanıtımlar sonucunda gazetede yayınlanan resimler üzerinden oy kullanan halk, jüri için 48 yarışmacıyı seçer. 


2 Eylül günü yapılan yarışmada jüri, son kararını verir. "Orta boylu, kıvırcık lepiska saçlı, altın gözlü, beyaz tenli, zarif endamlı, beyaz krep satenden bir elbise giymiş olan Feriha birinci olur.





Dostlar, 
hemen ardından Feriha Türkiye'yi Amerika'da temsil eder.
“Aklımdan çıkaramadığım Amerika’yı ve o büyük sinema dünyası Hollywood’u görecektim.” 
sözleriyle yaşadığı heyecanının dile getiren ilk kraliçe
haftalar süren yolculuk sonunda gemiyle nihayet Amerika’ya varır.

Güzelleri bekleyen meraklı gazeteciler hemen güverteye doluşurlar.
Bundan sonrasını kendisi şöyle anlatmış;
“Güvertede bekleyen gazetecilerin flaşları parlamaya başladı. Çok az anladığım İngilizce ile onların Türk güzeli diye bekledikleri mahlukun Afrikalı bir maymun olduğunu anladım. 
Bunu öğrenince kahkahalarla gülmeye başladım. 
Gazeteciler beni gördükleri an büyük bir şaşkınlığa düştüler.“

Bu yarışmaya ait videoyu ekledim.
👇👇👇



❤️Tabiki bu güzel kızın hayatı birden bire değişir. Önce filmlerde rol alır, ardından tiyatroya geçer. 

💚Fakat 1939 yılında değerinin bilinmediğini ve kırgın olduğunu söyleyerek bir daha dönmemek üzere, perde ve sahneden uzaklaşır.


💜🤍🤎Feriha Tevfik, üç kez evlenir.1955 yılında ölen üçüncü kocası olan ceza avukatı Sadi Rıza Dağ‘dan tek çocuğu olan Atilla Germiyanoğlu dünyaya gelir. Feriha Tevfik, 22 Nisan 1991 tarihinde İstanbul’da 81 yaşında beyin kanaması sonucu ölmüştür.(Allah rahmet eylesin)


Nisan 15, 2022

Geniş Kalçaları ve Cinsel Organı Nedeniyle Hayatı Mahvedilen Sarah Baartman’ın Acıklı Hikayesi

İnsanlık tarihinin en barbar ve hüzünlü hikâyelerinden biri Sarah’nın öyküsü. Fransız İhtilali ile aynı yılda, 1789 yılında Güney Afrika’da dünyaya gelen Sarah Baartman (Saartje Baartman) ve başına gelen trajik olaylar insanlığın bir parçasının ne kadar da karanlık ve kötü olduğunu gözler önüne seriyor. Onun ‘’suçu’’ bir Güney Afrika kabilesinde doğmak ve geniş kalçalara, büyük bir cinsel organa sahip olmak. ‘’Keşfedilişi’’, Avrupa’ya götürülüp sergilenişi ve akabinde öldükten sonra gelişen olaylara bakacağız. Sarah, öldükten sonra dahi bedeninin sömürülmesinden kurtulamamış bir kadın. Coğrafya ve anatominin kader olduğunun ispatı. Popüler hale gelen bir söylemin de belirttiği gibi: ‘’İnsanlık dışı denilen olayların hepsi insanlar arasında geçiyor.’’ 

1. İlk yıllar

Sarah Baartman; 1789 yılında Güney Afrika’nın Gamtoos Nehri vadisinde dünyaya gelir. Güney Afrika’nın ilk yerli sakinleri olduğu düşünülen Khoikhoi halkının alt grubu olan Griqua kabilesindendir. Sarah henüz iki yaşındayken annesini kaybeder. Babası ise İngilizlerle Hollandalıların koloni mücadelesi sırasında çıkan bir çatışmada hayatını kaybeder. Willem Cezar adlı bir siyahî tüccar onu alarak Cope Town’daki çiftliğinde köle olarak çalıştırmaya başlar.

2. Vaatler

Çiftlikte bir köle olarak çalışan Sarah Baartman, bir İngiliz asker – hekim olan William Dunlop tarafından fark edilir. Sarah’ın çok geniş kalçaları, büyük ve sarkık bir cinsel organı vardır. Asker – hekim William Dunlop onu Londra’ya götürüp sergilemeyi ve Avrupa halkının da büyük ilgisini çekeceğini düşünür. Dunlop, Sarah’a çeşitli vaatlerde bulunur: ona tıbbî bir araştırma konusu olacağını, zengin ve ünlü biri olacağını vaat ederek Sarah’ı kandırır.

3. Londra zamanı


20’li yaşlarında Londra’ya gelen Sarah, ilk başlarda bilim insanları tarafından araştırmalarda kullanılır. Çok geçmeden sirklerde hayvanlar ile birlikte gösteri amaçlı sergilenmeye başlar. Bazı müzelerde de sergilenen Sarah’ın vücudu Avrupalıların çok ilgisini çeker. Aslında Sarah’ın fiziki görünümü, bağlı olduğu kabilede çok yaygındır. Tüm kabilenin kadınlarının genetik yapısı böyledir.

Tüm bedenini kapsayan dar kıyafetler ile dans ettirilen Sarah’ın yüzü boyanır ve takılarla süslenirdi. İzleyenler Sarah’a hakaretler ederek onu taciz ederdi. Sarahyaklaşık dört yıl boyunca sirklerde bu şekilde kullanıldı. Avrupa’ya giden Sarah Baartman, “Hottentot Venüsü” olarak anılmaya başlar. Çünkü Avrupalılar Sarah’ın kabilesine Hottentot adını vermiştir. Ayrıca Sarah’ı da geniş kalçaları ve büyük cinsel organı nedeniyle Afrodit olarak da bilinen Venüs’e benzetmişlerdir.

sarah baartman

4. Paris ve Ölümü

Sarah, 1814 yılında Paris’te bulunan vahşi hayvan bakıcısına satılır. Fransa’da da tıpkı İngiltere’de olduğu gibi Reaux adındaki bu vahşi hayvan bakıcısı tarafından sergilenir.

Aynı dönemde Doktor Dunlop ve yardımcıları adında yargılama başlasa da sonuç alınamaz. Çünkü Doktor DunlopSarah’ın imzaladığını iddia ettiği sahte bir belge hazırlar ve durumdan şikâyetçi olmadığını belirtir.

Yaşadığı bu utanç verici ve işkence dolu yıllarda alkol kullanmaya başlayan Sarah, para karşılığı beyaz erkeklerle cinsel ilişkiye girmeye zorlanır. Bir gergedan ile aynı kafeste sergilenen Sarah, eğitmen ne derse onu yapmak zorundadır. Alkole bağlı olarak 26 yaşında hayatını kaybeder.

❤️ Ölümünden 24 saat bile geçmeden Napolyon’un cerrahı Zoolog ve Doğa Yazarı George Cuvier, üzerinde çalışmak için Sarah’nın bedenini parçalara ayırır. Beyni ve cinsel organı çıkarılan Sarah’ın cansız bedeni Paris’teki Musee I’Homme’da sergilenmeye başlanır. Vücudunun geri kalan kısmının da içi doldurularak başka yerlerde sergilenmeye başlanır.

💙Güney Afrika’nın yerli halkı ve Sarah’ın da bir üyesi olduğu Griquas kabilesi Fransa’dan Sarah’ın bedenini talep eder. Fakat bu talep Fransa tarafından reddedilir. Gerekçe olarak da 1850 yasasına göre Fransız müzelerinde sergilenen tüm eserlerin Fransa’ya ait olması gösterilir.

sarah baartman

💚1994 seçimlerinin ardından devlet başkanı olur olan Nelson Mandela, dönemin Fransız Cumhurbaşkanı François Mitterrand’ı Güney Afrika ziyareti sırasında bu konuda bilgilendirir. Sarah’ın bedeninin iadesi talep edilse de sonuç alınamaz. Yıl 2002 olduğunda Dışişleri Bakanı Alfred Nzo ve Kültür Bakanı Ben Ngubane aracılığıyla aynı talep Fransa’ya tekrar iletilse de bir kez daha sonuç alınamaz.

🤍💜🤍Yüzyıllara konu olan bu dehşet olayın ardından, Sarah’ın bedeni 6 Mart 2002’de Güney Afrika’ya getirilir. 9 Ağustos 2002 yılında Afrika’da resmî tatil olan Kadınlar Günü’nde Doğe Cope eyaletine, doğduğu topraklara gömülür.

🌹🌹DOSTLAR; Sarah’ın hikayesinin anlatıldığı filmin adıSiyah Venüs’  internetten çok rahat bulabilir, seyredebilirsiniz. Ben seyretmiştim. Ama tekrar seyredeceğim.

Nisan 12, 2022

İLK ŞEKER FABRİKASININ HİKAYESİ

Trenden Ankara İstasyonu'na, sırtında bir heybe, beyaz seyrek sakallı, yetmiş yaşında Uşaklı bir köylü indi. Rastladığı ilk üniformalıya;

- Gazi Paşayı görmek istiyorum! dedi.

Adam demiryolcuydu. Direksiyon binasını gösterdi;

- Şu binaya gelir, herkesle konuşurdu ama şimdi Cumhurbaşkanı oldu. Gelir mi, konuşur mu, konuştururlar mı bilmem?

Zorlukla Özel Kalem Müdürü Hayati Bey'in yanına girdi.

Neden geldiğini kısaca anlattı.

Gazi bugün gelecekti. Hayati Bey bu yaman köylüyü Gazi ile konuşturmaya karar verdi. Bir de kahve ikram etti.

Gazi öğleden sonra geldi. Bekleyen çoktu.

Hayati Bey hepsini atlatıp yaşlı köylüyü içeri soktu. Gazi köylüyü ayakta karşıladı. Oturttu.

- Buyur Nuri Efendi!

- Teşekkür ederim Gazi Paşam.

Ben Uşak'ın Kalfa Köyü'ndenim.

Babamdan helva ile haşhaş yağı imalathanesi kaldı.

Askerliğimi İstanbul'da yaptım.

Gözümü, kulağımı açtım. İstanbul'da çok şey öğrendim.

Avrupa'dan mektup zarfı içinde pancar tohumu getirttim.

Bu tohumları köyümdeki toprağıma ektim.

Pancar elde ettim.

Pancarları rendeleyip kaynattım.

Pekmez yaptım.

Şeker elde ettim.

Onunla köpük helvası imal ettim.

Pancardan şeker yapabileceğimize inandım.

Mehmet Hacim Bey'in önderliğinde elli bir kişi birleştik, "Terakki-yi Ziraat Anonim Şirketi"ni kurduk.

600.000 lira sermayemiz var.

Paşam, bize el ver, şeker fabrikamızı kuralım!

Köylü ister pancar yetiştirir, ister fabrikada çalışır.

Karnı doyar, yüzü güler.

Biz de, belki, biraz para ve sevap kazanırız.

Uşak şenlenir.

El verir misin?

Cumhurbaşkanı yerinden fırladı, Nuri Efendi'yi sevgiyle, saygıyla kucakladı;

- Hepiniz var olun! Türkiyeyi bu azim, bu istek, bu şevk kurtaracak!

Ben seni şimdi bir yaverle Başbakan'a göndereceğim.

O da seni, belki, bir - iki bakan ile konuşturur.

Hepsine bana anlattıklarını iyice anlat.

Bir sorun olursa aldırma, bana gel.

Kapım her zaman sana açık olacaktır..

Nuri Efendi'yi yanaklarından öptü.

Heybeli köylü, Türkiye'nin ilk şeker fabrikası kurucularından, ünlü Nuri ŞEKER olacaktı… (Alıntı)

Nisan 10, 2022

Kadın beynine mi erkek beynine mi sahipsiniz?

Optik illüzyon testine göre, kadın beynine mi erkek beynine mi sahipsiniz? Şimdi resme bakın ve ilk gördüğünüz görüntüye odaklanın… Çünkü bu optik illüzyon erkek beynine mi kadın beynine mi sahip olduğunuzu ortaya çıkarabilir.

Koşan adamı hepimiz görüyoruz evet ama adam size doğru mu koşuyor yoksa sizden uzaklaşıyor mu?

Peki neden herkes aynı görüntüyü farklı görebiliyor? Beynimiz, bilgiyi alıp işlerken değişen süreçler nedeniyle, belirsiz görüntüleri farklı şekillerde deşifre eder.

EĞER KOŞUCU SİZE YAKLAŞIYORSA…

Eğer koşan kişiyi kendinize yaklaşırken görüyorsanız bu daha çok erkek beynine sahip olduğunuz anlamına geliyor. Sorunları çözmek için analitik becerilerinizi kullanıyor ve hayatın zorlu engellerini aşmaya çalışıyorsunuz. Bir şeyi merak ettiğinizde öğrenmek için uğraşır ve sonunda başarırsınız. İşte o zaman, ona nasıl yaklaşacağınıza dair bir fikir bulana kadar tüm enerjinizi buna odaklarsınız.

Aynı anda pek çok şeyle uğraşmak yerine bir şeye odaklanmayı tercih edersiniz. Bir kez bir fikir bulduğunuzda veya bir şey hakkında güçlü bir fikriniz olduğunda, ikna edici argümanlarla onu desteklemeye hazırsınız çünkü kendinizden; harika odaklanma ve dikkat becerilerinizden oldukça eminsiniz.

EĞER KOŞUCU UZAKLAŞIYORSA…

Eğer resimdeki adamı sizden uzaklaşıyor gibi görüyorsanız, daha çok kadın beynine sahipsiniz demektir. Bu da analitik becerilerinizin ve muhakeme yeteneğinizin en yüksekte olduğunu anlamına gelir. Duyularınıza ve mantığınıza güveniyorsunuz ve karar verirken acele etmiyorsunuz.

Hafızanız çok iyi. Her zaman güvenebileceğiniz şey sezgileriniz ve mükemmel duyularınız…

Nisan 08, 2022

Finlandiya’nın Yeni Doğan Bebekler İçin Verdiği Kutunun Gizemi

          

💜75  yıldır Finlandiya hükümeti, hamile kadınlara bir kutu veriyor. Bu kutu  giysiler, battaniyeler, oyuncaklar ve gerekli çeşitli malzemelerden  oluşuyor.

💛Kutu aynı zamanda yatak olarak da kullanılabiliyor.  Kimilerine göre bu kutu dünyanın en düşük bebek ölüm oranına sahip  Finlandiya’nın bu ünvanı kazanmasına yardım etmiş.

💙Bu gelenek  1930’lara kadar dayanıyor ve asıl amacı Fin çocuklarına ailelerinin  geliri, sınıfı ne olursa olsun “eşit” bir başlangıç sağlamak.

💚Annelik ya da bebek paketi olarak adlandırılan bu kutular devletin tüm hamile kadınlara hediyesi.

🖤Kutuda montlar, uyku tulumu, sokak giysileri, banyo aksesuarları, bir kaç bez, yatak alezi ve küçük bir uyku minderi var.

🤍Kutunun  dibindeki minder ile beraber kutu bebeğin ilk yatağı oluyor. Tüm  sınıflardan binlerce çocuk ilk gecelerini dört karton duvardan oluşan bu  kutu-yatakta geçiriyor.

🤎Annelerin kutuyu ya da belli bir miktar  parayı seçme hakları var. Bu miktar 140 euro kadar. Ancak anne  adaylarının %95’i kutuyu seçiyor.

💜Bu gelenek 1938 yılında başlamış ancak o zamanlar sadece düşük gelirli aileler için kullanılıyormuş.

💛Daha sonra 1949 yılında Finlandiya devleti hangi sınıftan olursa olsun herkese bu kutuları sağlamaya başlamış.

💙Kutu  anneye daha anneliğin ilk günlerinde ihtiyacı olarak her şeyi sağladığı  gibi, bilgilendirme kitapçığı ile de gelecekte karşılaşacağı durumlar  için onu hazırlıyor.

💚Aynı zamanda giysiler kız-erkek çocuk arasında değiştirilebilir olsun diye “cinsiyet ayrımı gözetmeyen renklerden” seçilmiş.1940’larda kutudaki giysiler kumaş halindeymiş, çünkü o zaman anneler daha çok evde giysi dikerlermiş.

🖤Kutuya biberon veya mama kabı anneleri emzirmeye teşvik etmek için konulmuyor.

🤍Aynı  zamanda kutuda çocuğun ilerde okumuş, kültürlü bir birey olmasını  teşvik etmek ve devlet desteğini sembolize etmek için bir kitap  bulunuyor.

✅Kutunun asıl amacı da çocuklara ve ailelere “eşitlik”  anlayışını aşılamak ve en azından bir gece bile olsa zengin ve fakirin  aynı şartlar altında yaşamasını sağlamak...

Nisan 06, 2022

Cüneyt ARKIN’ın kızına mektubu

 


Cüneyt Arkın'ın 1968'de ayrıldığı ilk eşinden olan o sırada 2 yaşındaki kızı Filiz'e 18 yaşına geldiğinde verilmek üzere avukatına teslim ettiği mektup: 

Canım yavrum Filiz'im

Sana bunları yazmamın bir sebebi var. Bugün 10 Mart 1968, Kurban Bayramı'nın  birinci günü. Bugün yine annen seni bana göstermedi. Telefonları yüzüme kapıyor, mektuplarımı okumuyor.

Senden ayrılalı iki ay oldu. Seni bin yıl görmemiş gibi özledim. Artık tatlı  yüzün, yavaş yavaş hafızamdan siliniyor, göğsüme dokunan o küçücük elinin  sıcaklığı azaldı. Günlerdir cehennemin dibindeymiş gibi acılar içindeyim.  Nedense bayram insanları daha hassas yapıyor. Akşama kadar sokakta balon uçuran  çocukların çığlıklarına kulaklarımı tıkadım. Bin kere adını fısıldadım, bin kere  Allah'a dua ettim seni bana göstersin diye. Korkular içinde sana geldim. Bana  kapıyı açmayacaklarını bile bile... 

Eve karı-koca iki dostumu gönderdim. Ben de köşede bekledim. Kadın hamileydi.  Yüzü çilli, şefkatli bir çocuk beklemenin mutluluğu içindeydi. Ama benim kadar  korku içindeydiler, benim kadar üzgündüler.

Teyzelerin onları kovmuş, annen, seni pencereden olsun görmeme razı olmamış. Sen teyzenin kucağındaymışsın, mavi dantelli bir elbisen varmış, tatlı tatlı  gülüyormuşsun, yaramazlık yapıp utanıyor, sonra başını saklıyormuşsun.  Çocuğum, bir babadan çocuğunu hangi kuvvet ayırır, buna hangi yürek razı olur?  Hangi kötülük böyle bir sevgiyi yener. Bütün duygularım ölmüş gibiydi dönerken.  Dünyanın bütün kurşunları yüreğime sıkılmış gibiydim. Bir annenin katılığını,  duygusuzluğunu, gaddarlığını neyle izah edecektik? Yanımdakilerin gözlerinde bir  acı izah vardı.

Denize yaklaşmıştık, deniz kapkaraydı. Arabayı durdurdum, her şey kararmıştı, onlara bakamıyordum, hiçbir kimseye, hiçbir tarafa bakamıyordum.  O akşam yatakta, bir zamanlar beni ölecek kadar seven annenin şimdi neden  düşmanım olduğunu, bu kötü duygunun doğuşundaki rolümüzün derecesini uzun uzun  düşündüm. Ve, küçücük hayatını yaralayan bizleri eşit suçlaman için sana her  şeyi anlatmaya karar verdim. Çünkü gün gelecek annen ve benim hakkımda binlerce  şey duyacak, okuyacaksın. Ve hep bunları başkaları yapacak ve sen hakkımızda  bunlara göre karar vereceksin.

En baştan başlayacağım...

Annenle elleri kitap dolu, zayıf, elmacık kemikleri çıkık, uzun saçlı, yeşil  gözlü bir delikanlı iken tanıştım. Sevgi arıyordum. Anneni buldum, incecik bir  yüzü, ufak benekli iri gözleri vardı. Bana her şeyini verdi. Onunla güzeldim.  Toprağımdı, güneşimdi, su üzerinde kayan bir çiçek gibi yürürdü yanımda.  Eskişehir'de hastalarımı, acımı, kötü yemeğimi paylaştı. 

Ah çocuğum! Dünya onun sevgili yüzü için yaratılmıştı sanki. Sonra garip bir  tesadüf oldu. Eskişehir'e gelen bir film ekibiyle tanıştım. Annenin ve benim  Sağlık Bakanlığı'na 80 bin lira borcumuz vardı. Yaşadığım hayatı umutsuzluğa  götüren, beni korkutan, erkek olarak üzen bir sorumluluktu bu borç. O zaman bu  umutsuzluk önünde kendimi ortaya koymam gerektiğini düşündüm.

Annenle karar verdik. Bir yıl mücadele ettim. Annen, kendi ailesine, hatta benim  aileme karşı beni korudu, beni yüceltti. Parasızdım. Dedenin evinde kalıyorduk.  Bana karşı son derece kibardılar. Ama utanıyordum. Leyla Sayar,Halit Refiğ ve  Recep Ekicigil bana yardım etmeye çalışıyorlardı.

Duru Film'e küçük bir rol için günlerce gidip geldim. Resimlerimi çekmek  istediler. Beni birisinin önüne katıp Taksim Parkı'na gönderdiler. Artık ona  tabi olmuştum. İki yıl doktorluk yapan insan için delice bir acıydı bu. Ne  yapacağımı bilmiyordum.

Odama girerken ceketini ilikleyen 50 yaşındaki hastalarımı düşünüyor, bana  gösterdikleri saygıdan utanıyordum. Eve gelip eşyalarımı topladım, annene  Anadolu'ya gideceğimi söyledim. Bana karşı koydu, «Başarmalısın, başaracaksın»  dedi. Tekrar çileli günler başladı. Annen tek gücüm, tek dayanağımdı. İlk  filmime başladığım zaman içim bomboştu. Subay trençkotum eskimiş, ayakkabılarım  su alıyordu. Günlerimi bir sandviçle geçiriyordum. Annen hem operada çalışmak,  hem okula gitmek zorunda kaldı, içkiye alıştığım, doymamacasına içtiğim  günlerdi. Dünya bana haksızlık etmişti.

Yağmurlu bir gündü, ince trençkotumun altında üşüyordum. Ayaklarım sırılsıklam olmuştu. Evden kahvaltısız çıktığım için midem acaip bir şekilde kaynıyordu.  Paramı saydım, ancak yola yetecekti. Taksim'e geldiğimde fırın taze ekmek  çıkarıyordu. Bir ekmek aldım ve onu yedim.

Bir gece sabaha karşı annen ağlıyordu. Gözyaşlarına dokundum, sustum. Annen benden şüphelenmişti. Hangi davranışım, hangi sözüm onda bu şüpheyi  uyandırmıştı. Ya da kimler ona tesir ediyordu? Bunda ne dereceye kadar haklıydı,  ya da ben suçluydum. Sana bir örnek vereyim. Şu kötü günler içinde hakkımda  birçok dedikodu çıktı, işte bunlardan üçü:

- «Ayrılır ayrılmaz Zeynep Aksu ile evlenecekmişim.»

- «Selda Alkor ile Bursa'da maceralarımız olmuş.»

- «Evli bir kadınla ilişkilerim varmış.»

İnsanlar başkalarının hayatlarıyla oynamaya, onların mutluluğunu yıkmaya bayılırlar. Benim yüreğimin dünyada bundan daha fazla iğrendiği başka şey yoktur. Annenin son iki yıldır bana gösterdiği korkunç sahnelerde kendisinden çok teyzen Gül'ün ve çevresinin payı vardır.

Sonra iki yıl içinde başarılarım, şöhretim, param oldu, imkanlarım genişledi. Annende de buna paralel olarak dedikoduların, kıskançlığın etkisinde kalmanın tesiriyle bir yabancılaşma başladı. Benimle bir yere gitmekten rahatsız oluyor, sokağa çıkmaktan korkuyordu.

Beni böylesine yıkan, insan dışı bir çalışmaya iten hırsı anlayamıyordu. Bense yorgundum, bin yıl uyuyacak kadar her şeyden usanmıştım. Bütün bunları annene anlatamıyordum. Dört bir yandan kuşatılmıştı. Çevresi, arkadaştaları, kardeşi, gazeteler ve sokaklar. Bense korkunç bir savaş içindeydim. Herkes beni yok etmeye hazır bekliyordu. Kovalanan bir hayvan gibi her an tetikteydim. Ve bu çılgın çalışma içinde yalnızdım, hiç kimse kalmamıştı çevremde. Yorgunluktan deli gibi bir şey olmuştum. Bu savaşın içinde annenin yüreğini göremiyordum. Ona fırsat veremiyordum. Hayvanca bencil, yorgun ve gururlu bir erkek rolündeydim. Evet, annenin öç almak isteyen dişi haline gelmesine ben sebep olmuştum.

Şimdi onu suçlayayım mı?

Yok çocuğum!

Anneni beni mahkemeye verdiği için, seni bana pencereden bile olsun göstermediği için suçlayanlara karşıyım. Onu benim kadar kimse anlayamaz. Mahkeme haberlerinde çıkan resimlerindeki şaşkın, biraz öç almışlığın rahat tebessümündeki acıyı yine ancak ben çözebilirim.

Çocuğum bunlar bizim yazımız, kaderimiz. Ama annen bir elini uzatsa kurtulacaktım.

Evet yavrum acı çekiyordum ve yalnızdım. Annenin bende güç bildiği, kıskandığı her şey, şöhretim ve param beni bu dünyada yalnız bırakmıştı. Çünkü suçlarımda, zaaflarımda samimi idim. Suçluydum, ama sahte değil, içten pazarlıklı değil, cimri değil.

Annenle aramızda büyük bir ayrılık da Türk sinemasını asla önemsememesinden ileri geliyordu. Ona göre yaptığım bütün iş basit, aşağılayıcı bir şeydi. Teyzelerin de aynı şeyi düşünüyorlardı. Bu konuda her an beni üzmekten zevk alıyorlardı.

Yavrum, bir erkeğin işi hayatının en mühim kısmıdır. Gün gelecek sen de anlayacaksın bunu.

Görüyorsun yavrum, anneni kazanmak işimi, işimi kazanmak anneni kaybettiriyordu  bana. Yapayalnızdım, yine de anneni delice seviyor ve dayanıyordum.

Annen dışarıda görev almak istiyordu. Kırklareli'ne tayini çıktı. «Kendime güvenim gelir, oyalanırım» diyordu. Doğru söylemediğini biliyordum, gitmek istemiyordu ama, «Gitmem gerek» diye dayatıyordu.

Sonra gönderdim ve gitti. Neden gittiğini, neden gitmek istediğini kesin olarak bilmiyordum. Neden razı olduğumu da... Ama o günler ölümüme bile razı olacak kadar bezgindim. Tükenmiştim. Yokluğunun acısını iki gün sonra duydum, ama artık çok geçti. «Bana dön» diye yalvarmam lazımdı, ama yapamadım bunu.

Elimin kolumun neden zincirlendiğini, utanç ve azap içinde ona yazdığım güzel mektupları neden yırttığımı, Kırklareli'ne gidemeyip belki bin kere yoldan neden geri döndüğümü yalnız annen ve teyzen biliyor. Ve ileride sen de bileceksin. Ve anneni asla affetmeyeceksin.

Anneni oraya göndermekle bir erkek, bir koca olarak sorumsuz, hatta suçlu  davranmıştım. Bu suç güzel hatıralar, ölüm, aşk ve şeref için oldu. Çünkü annenin yaptığını yapmaktansa ölmek daha iyiydi. Buraya kadar ben suçluyum. Bunu kabul etmiş, tam bir yıl annene ve asla affetmeyeceğim teyzene taviz veriştim.

Onların bana için için gülmesini bilerek karşılarında gözyaşları dökmüş, ağlama yiğitliğini göstermiştim.

Yine de suçlu benim. Bir kadının suçlarını ve faziletlerini kocası yaratır. Annen aşkımızın eserlerini yıkmayı, benimle savaşıp beni rezil etmeyi artık görev bilmişti. Bense hala birleşmemizi ve kötü bahtımıza karşı beraberce karşı koymamızı teklif ediyordum. Çünkü annenin nasıl büyük aşk, bağışlama, verme, toprak kadar sabır, tevekkül ve inanç olduğunu yalnız ben biliyorum. Sanki o benimle doğdu, benimle ölecek.

Ah çocuğum! Annenin benim yanımdan başka bir yerde mutlu olabileceğini bilsem... Buna inanabilsem... Filiz'im. Bugüne kadar sevgime bağlı kalmak için her şeye katlandım. Bir yerde artık annene de karşı çıkmak zorundayım. Bunca haksızlığa layık olmadığımı ispat etmek istiyorum.

Nedir bu iğrençlikler, sessizce sevmek ve bağışlamak varken. Ben suçlarımı ve onun suçlannı bilerek geleceğe güvenle, erkekçe, dostça, arkadaşça, insanca, yiğitçe bakarak yalnız onu seviyorum. Yalnız onun yarattığı ve yapayalnız bırakmak istediği sevgiyi kurtarmaya çalışıyorum. O ise sevgiye bağlı kalmayı küçük gördü ve şimdi benden daha yalnız. 

Artık ona «Allahaısmarladık» diyebilirim.

Baban Cüneyt Arkın

6 Nisan 1968

🌸🌺🌸🌸🌺🌸🌺🌸🌺🌸

Filiz Cüreklibatır

NOT: Dostlar kısa bir araştırma yaptım. Yazılanlara göre hala kızıyla görüşmüyorlarmış.

Ayrıca Filiz Cüreklibatır’ın Boğaziçi Üniversitesi'nde eğitim aldıktan sonra yurt dışında eğitimini sürdürdüğünü ve  halen Aile Şirketleri koçu ve Yönetim koçu olarak bir çok projede görev almakta olduğu bilgisine de ulaştım.

Belki merak edenlerimiz olur diye de şuracığa yazıverdim.🥰


Nisan 04, 2022

BİZ BÖYLE ÇOCUKLARDIK


hoşuma gitti yazılanlar… siz de okuyun istedim☺️🎈
🌸Karnemize zayıf düşürdüğümüzde, ailemize bunu nasıl izah edeceğiz diye *yüzü kızaran* çocuklardık biz.
🌺Ahizeli telefonlara kimin aradığını bilmeden, herkesten önce ilk alo’yu diyebilmek için koşan *telaşlı* çocuklardık biz.
🌸Siyah beyaz televizyonlar ile gördüklerimizin rengini hayal eden, yayın bitince okunan İstiklal Marşımızı duyduğumuz anda yattığımız yerden ayağa kalkıp saygı duruşu yapan *onurlu* çocuklardık biz.
🌺Doğum günlerimizde kendisine kitap armağan edilen, gazetelerden günlerce kupon biriktirilerek sahip olduğumuz Temel Britannica, Meydan Larousse, Gelişim Hachette gibi merak ettiklerimizi öğrenmeye çalışan *ansiklopedi* çocuklarıydık biz.
🌸Uzaktan kumandalı televizyonla ilk tanışmamızda oturduğumuz yerden sadece 3-5 kanalı değiştirebildiğimiz halde mutlu olan *mütevazı* çocuklardık biz.
🌺Belediye otobüslerinde, hamile, yaşlı teyze ve amcaları gördüğümüzde yerimizi onlara vermek için ayağa kalkan *merhametli* çocuklardık biz. 
🌸Bayramlarda bizleri lavabo pompası gibi öpen teyzelerin verdiği mendilleri, harçlık veren amcaları, dedeleri özleyen, kazandığımız paraları biriktiren çocuklardık 
🌺Sokaklarda gazoz kapağı toplayıp, mektup pullarından koleksiyon yapan, akşam ezanı okundu mu *dayak yememek için evlere koşan* çocuklardık biz.
🌸Sütü bakkaldan alamayıp, hafta sonları mahallenin sütçüsünü elimizde tencerelerle bekleyen, sonra o sütü kaynatıp üzerindeki kaymağı afiyetle yiyen, komşudan aldığımız maya ile o sütün yoğurt olmasını bekleyen *sabırlı* çocuklardık biz.
🌺Kışlık kazaklarımızı güveler yemesin diye bolca naftalinleyip valizlerde eşyalarını saklayan *umutlu* çocuklardık biz.
🌸Komşu apartmanların meyve ağaçlarına gizlice çıkan, dalından meyve yemenin zevkini çıkartan ama yaptığıyla da *utanan, içinde “Allah” korkusu olan* çocuklardık biz.
🌺Bizden bir yaş dahi büyüklerimize abi, abla diyecek kadar *saygılı* olan çocuklardık biz.
🌸Mahallemizde kızlarla erkeklerle toplaşıp yakan top, yedi kiremit oynayan, *küfür etmeyi bilmeyen centilmen* çocuklardık biz.
🌺Evde çorba diye sadece tarhana ve mercimek çorbası içen, dışarıda domates çorbasının üstüne kaşar serpildiğini gördüğünde sündüre sündüre o çorbayı içmeyi beceremeyen *masum* çocuklardık biz.
🌸Çikolatanın tadını bayramdan bayrama bilen, pötibör bisküvi arasına sade lokumu bastırıp pasta niyetine afiyetle yiyen *mutlu* çocuklardık biz.
🌺Mahallemizden geçen macuncu, simitçi, pamuk ve elma şeker satıcılarını gördüğümüzde heyecanlanan *yokluğu bilen* çocuklardık biz.
🌸Siyah önlükleri, beyaz yakaları olan, sabahları okulda Andımızı bağıra bağıra söyleyen *vatansever* çocuklardık biz.  (Cevdet Gökhan Tüzün)

Nisan 02, 2022

HACİVAT KARAGÖZ ve GÖLGE OYUNU

Dostlar,  televizyonda o kadar saçma sapan diziler, kimin eli kimin cebinde belli olmayan gündüz programları seyredilirken 
kültürümüzün bir parçası olan ‘Hacıvat Karagöz’ü bari ramazan ayında seyretsek

YouTube tan oğluma çok seyrettirmiştim küçükken.
Hatta evde biz de oynardık. Hep ‘Hacıvat’ olmak isterdi. Çocukluk işte🥰 
Aşağıya hem bu güzel insanların hem de 
gölge oyunun tarihçesinin 
anlatıldığı videoyu ekliyorum. 
Hayırlı ramazanlar🙏🌹