Ocak 30, 2020

Benim oğlan ile J. K. Rowling'in oğlu HARRY



Oğlanın okuma yazmaya geçtiği ilk günden beri okuduğu tek kitap HARRY POTTER oldu.🙄
Hem de ne okumak... Kitap biter. Tekrar okur.
Olmadı öbür cildini bulur, onu okur.
Yetmez, kalkar filmini seyreder.
Ertesi gün seyrettiği filmi tekrar seyreder.
Kitapta geçen sihirleri yapmaya çalışır.
Konuşmalarını taklit eder.
Kitabın çıkacağı gün heyecandan uyumaz.
Hatta Harry ile tanıştığımızda bacak kadar bir çocuktu, şimdi o da koca adam oldu bizimki gibi…

Oğlan  Amerika'da . Yaşı oldu 25.
Hala kitaplığında sadece Harry var.
Kitaplığından geçtim arabasında da Harry Potter'ı dinlemeye başlamışşşş.
"Oğluşum bu ne hal?" diyecek oldum.
Harry'nin yerine başka birini koyamazmış.
İhanet mi etseymiş SEVDİCEĞİZİNE bunca yıldan sonra?😌

Harry Potter serisininin yazarı Joanne Kathleen, bana göre Harry'nin annesi “Jo” Rowling ya da  J. K. Rowling olarakta biliniyor. 31 Temmuz 1965’te  Birleşik Krallık’ta doğmuş. Hayatında yaşadığı tüm olumsuzluklara rağmen yazmaktan vazgeçmiyor.
Harry Potter ile de dünya'nın en zengin yazarı unvanını da alıyor. Hayatı da film olarak çekilmiş.

Filmin adı: JK Rowling'in Öyküsü

Bence güzel bir biyografi... İzlemeye değer.







Ocak 25, 2020

DEPREM ve KIVIRCIK SAÇLI SALİHA❤




Sakarya /Pamukova'da görevliyiz. Yıl 1998...
Hem mesleğin, hem evliliğin, hem anne-babalığın anlayacağınız her şeyin öyle en başındayız ki...

Şehirlerin, kasabaların da kişilikleri vardır. Pamukova  anne şefkatinde bize karşı; anlayışlı ve  çok  sabırlı. Sanki Dünya'nın tüm iyi insanları burada.🙏

İstanbul'dan Ankara'ya uzanan tren yolunun kenarında sevimli bir okuldayım.🏡

Saliha var, öğrencim. Daha  4.sınıf. Nasıl güzel, nasıl da akıllı...
O da benim gibi burada yeni. Henüz bir yıl olmuş kıvırcık saçlı Saliham'ın ailesiyle Pamukova'ya gelmeleri. Babası tren istasyonunda çalışıyor. Evleri de rayların karşı tarafında. Okul paydos olup dağılırken, ev yolunda dikkatli olmaları için öğrencileri tembihliyorum. Saliha'yı ise iki kere tembihliyorum. "Dikkat et, sakın raylardan geçme, köprüden geç, arkandan bakıyorum..." diye..

Eylülde okul açıldığında gittiklerini öğreniyorum. 1 yıllığına  gelmişler meğerse.
Aradan zaman geçiyor... Saliha ara ara hatırıma geliyor, rayları gördükçe.

16.Ağustos.1999 Pazartesi gecesi  dondurma almak için yürüyüşe çıkıyoruz.
" Nasıl sıcak, nasıl boğucu bir ağustos akşamı değil mi?" diyorum Ahmet'e. "Sıcaktan  bugün hiç uyumadı evlatcık, haaa... bir de bütün gün öten ağustos böceklerini duydun mu? Bak hala ötüyorlar, duyuyor musun?" diye devam ediyorum hem sohbete, hem yola...

Birden kıvırcık saçlı Saliham'ı görüyorum  karşımda...Sarılmalar,öpmeler "Nasıl da serpilmiş?" diye içimden geçiriyorum. Emekli olmuş babası. Sakarya'dan Çark Caddesinden ev almışlar. Arkadaşlarının düğünü için gelmişler.  Geri dönüyorlarmış.
Anne-babasıyla da sohbet ediyoruz ama ben  Salıha ile göz gözgözeyim.
Dondurma ısmarlıyoruz onlara da .
"Ben kaymaklı dondurma severim diyor" kuzum. Ben zannederdim ki; tüm çocuklar dondurmayı çikolatalı severler...Meğer öyle değilmiş, o gece öğrendim.😥

Ağustos böceklerinin sesleri hala çok yüksek.
 Dondurmalarımızı yedikten sonra ayrılıyoruz onlardan.
 Yine öpmeler,sarılmalar...

Eve varıyoruz, uyuyoruz.
Gece yarısı büyük bir uğultuyla açılıyor gözlerim.
Algılayamıyor olanı biteni zihnim, kıyamet mi koptu  diyorum?..
Bağrışlar ,haykırışlarla atıyoruz kendimizi dışarıya. Kucağımda evlat, ağzımda dua...
Ortalıkta ise sadece insan sesi var.

Ağustos böcekleri susmuş diyorum Ahmet'e.. Neden sustular acaba?😔

Haberleri almaya başlıyoruz.
İzmit, Gölcük ,SAKARYA yerle birmiş.
Askercikler, vatan evlatları yardıma gidiyorlar Sakarya'ya .. Ahmet'te onlarla birlikte.
Bir haber daha geliyor.
Çark Caddesi diye bir yer kalmamış Sakarya'da😢
Ahmet'e bakıyorum ve  diyorum ki "Saliha 'yı bul , Ondan haber getir bana"

Ben  Saliham'dan,
17. Ağustos.1999 tarihinden beri;
 Başka bir öğrencimin kıvırcık saçıyla, yenilen kaymaklı dondurmayla ,öten ağustos böcekleriyle  haber alıyorum. Bir de UZAYIP  GİDEN TREN RAYLARIYLA....



Ocak 23, 2020

ŞIŞŞT, biz de genç olduk:))



Bir konuşma bir konuşma...
Benim farkıma bile varmıyorlar. 

"ŞIŞŞT biz de genç olduk. Biliriz bu işleri... Ne konuşuyonuz bakem?" diyerek yaklaşıyorum yanlarına .
 Kaçak cevaplar, kem kümler, gülüşmeler... 

"Kuzular, biliyorsunuz benim de oğlum var. Anlarım ben bu fıs fısları, var bir durum açılın öğretmeninize" diye devam ediyorum.
Bakıyorum Yağız sökülecek gibi, azıcık daha veriyorum gazı,
"Ama ben sizin öğretmeninizim. Benden hiç bir şey saklanmaz ki, hadi söyleyin yavrular"

Yağız tam ağzını açacaaak, Mehmet Akif kaldırıyor kaşlarını...
"Akif o kaşlar nedir ,o kaşlar?" diyorum  tüm şirinliğimle ama yine kaçırılan gözler ...

Ben de  uzaklaşıyorum yanlarından. 
Bakıyorum tekrar. Bu sefer  birbirlerine sarılmışlar görüyorum evlatcıkları. Fıs fısa devam...🥰
İlle bir şey söyleyeceğim ya...
"Atatürk'ü ve bayrağımızı da almışşınız manzaranıza ama ben yemem bunları. 
Benden bir şey SAKLANILIYOOOOOR" diye bağırıyorum kendimce ama fıs fıstan beni duyacak halleri yooookkk kiiiii 😊

Kalbinizle yaptığınız her şey...


Ocak 16, 2020

Burnumda kemik var, dişlerim de çarpık:))


Emekli olacağımı duydu yavrular..
Duymalarını  istemedim aslında . Anlatmayı beceremem de üzülürler diye...
Eski defterlerinden anı defteri yapmışlar bir de  duygularını yazmışlar.
Yanıma geldiler, koca gönüllülerim...
Nasıl anlatsam?, Nerden başlasam? Dedim ki;
"Yavrular, birini özleyince ve o kişiyi de görme şansınız da yoksa benim yaptığım bir taktik var. Bakın şimdi bana, gözlerimi kapattım hayal ediyorum  Ekim'i. (en yakınımdadır o an Ekim). Ve içimden diyorum ki Ekim neredeysen mutlu olmanı istiyorum. Mesleğini eline almış  bir genç kız olmuşsundur umarım. Allah'ım Ekim'i koru . Aynı şeyi siz de benim için yaparsanız, asla birbirimizi  unutmayız." 
Anlayıp anlamadıklarını çözmek için "Hadi deneyelim." diyorum. 
Mete, her zamanki gibi önce atlıyor, gözlerini kapatıyor.
"Ferdağ öğretmenimi hayal ediyorum. Burnunda kemik var, dişleri de çarpık..."

Dur METE....Stop METE...Bu kadar detaya gerek yok kuzum diyerek dalıyorum Mete'min hayaline:))  
Sonra da; hayalinde, yüzümü çizecek kadar  görmüş ya beni diye seviniyorum.

Boşuna şarkılara bile söz olmamış. "Büyüdük ve  kirlendi Dünya" diye.

Ocak 14, 2020

Emekli olmak yada olmamak.Bütün mesele bu mudur?

ŞÜKÜR🌹 2020 yılı, hem 50 yaşımı hem de emekliliğimi getiriyor bana. 
Kendime söz vermiştim. 
50 yaşıma girince emeklilik dilekçemi atacağım müdürümün önüne diye😉

Yok yok şaka yapıyorum:))
Şubat ayında sadece dilekçeyi imzalamasını isteyeceğiz müdürümüzden efendim.😊

                              
Doğrusunu söylemek gerekirse,  emekli olmaya karar vermek  için  insan epeyce mesai harcıyor.
Örneğin ben uzuuun zamandır resimlerde de gördüğünüz üzere bu  mesaideyim. 
Hatta kendimi o kadar geliştirdim ki, öğretmen odasında arkadaşlarıma "İnsanlar neden emekli olmalılar?"konulu seminer  yapıyor buluyorum kendimi:)) Laf aramızda etkilediklerim de var hani. Onlarda peşim sıra emekliler kervanına katılacaklar gibi görünüyorlar. HAYIRLISI OLSUN.

Umarım, bizlerin yerine gececik genç meslektaşlarımız da öğretmenlik mesleğini en az  bizim   sevdiğimiz kadar severler. Yolları açık olsun.

Başlıktaki emekli olmak yada olmamak...bütün mesele bu mudur? sorusuna cevabım şudur ki;
Hak eden emekli olsun anacım...Alışacağız emekli olmaya da..Nelere alışmadık ki?😊

Ocak 13, 2020

Can dost TOGO

Filme bayıldımmm.
Film soğuk mu soğuk Alaska'da geçiyor.Her yer kar, buz olmasına rağmen gönlümü ısıtıverdi.

1925 yılında yaşanan gerçek bir hikayeden uyarlanmış film.
Kasabadaki salgında gerekli ilacı getirmek için fırtınalı havada kızak köpekleriyle yola çıkan bir adamı anlatıyor.
Kızaktaki  köpeklerin lideri olan can dostumuz var.Adı da "TOGO"
Bu çetin yolculuk boyunca Togo ile adamımızın geçmişine dönüyoruz.
Filmde şahane  manzaraların eşliğinde  bir köpeğin aklına,duruşuna, kendini kabul ettirme azmine hayran kalıyorsunuz.
Ailece yada  tek başınıza seyredebileceğiniz, tadı damağınızda kalacağını düşündüğüm bir film.


Ocak 10, 2020

Etimesgut Anadolu Lisesinden Maryland Universitesine...



                                         🧿🧿🧿🧿🧿🧿🧿🧿🧿🧿🧿🧿   

Herkes  kendi yaşadığını bilir.
Bizim hikayemizi de biz bildik.

Taki...  Zulfunar Yavuzkan Rasin ile yolumuz kesişinceye kadar. 
Sevgili Zülfünar bu hikayeyi herkes bilsin istiyorum, dedi.
Ve bu ropörtaj ortaya çıktı. 
Yetmedi,
YENI NESIL GURBETCILER AMERIKA🇺🇸🇹🇷  sayfasında yayınlandı.
Teşekkürler  Zulfunar Yavuzkan Rasin 🙏

Beni tanıyanlar bilir,
Sohbet etmeyi severim.😊
Ropörtaj bundan dolayı azıcık uzun.
Baştan peşin peşin söyleyeyim de😉

                        🦋🌼🦋🦋🌼🦋🦋🌼🦋🦋🌼🦋

                                            
***Merhaba, kendinizden bahseder misiniz?
Anavatandan herkese kocaman merhaba...
Ben Ferdağ AYDIN. Gelibolulu esnaf bir ailenin kızı olarak, Gelibolu’da doğdum.
25 yıldır anne, 28 yıldır öğretmen ve 29 yıldır da eşim. Yaşım mı? 50 oldum artık ben. 2020 yılı, bana  hem 50 yaşımı hem de emekliliğimi getirdi. Bu yıl emekli  oluyorum. 28 yıldır giydiğim öğretmenlik elbisemi çıkartıp, emekli hocahanım elbisemi giyeceğim inşallah.

*** 50 yaşınız ve emekliliğiniz için tebrikler.
Teşekkür ederim. Ayrıca, 50 yaş ve emeklilik kelimelelerini karşıdan duymanın da ayrı bir heyecanı oluyormuş. 🥰

*** Göçmenliğiniz nereden geliyor?
Annem, bebekken benim alnımdan öpermiş. Rahmetli babaannem de bildiğiniz eski osmanlı hatunlarından. Anneme dermiş ki; “ Zahidecim kızını alnından öpme, gurbete çıkar, sen de hasret çekersin”.  Annem  babaannemi duymamazlıktan gelir, içinden de ben çocuğumu Gelibolu’dan dışarıya yollamam diye geçirirmiş.  HAYAT  annemi değil,  rahmetli babaannemi haklı çıkarttı.  17 yaşımdan beri ben gurbetteyim, annem de hasret çekmekte.
Ne yapalım?  Dinleseydi kaynanasını. 😀
Gurbete çıkmanın alından öpmeyle ilgisi var mı, yok mu? bilemiyorum. Tüm göçmen kuşlara sormak lazım, anneleri bebekliklerinde alınlarından mı öpmüşler onları? diye. 😉

Gelelim bizim hikayemize, idealist, vatan sever genç bir çift olarak eşimin görevi dolayısıyla vatan toprağını gezerken  her tayinle, ayrı bir göç hikayesinin içinde bulduk kendimizi.
Ben göçmen kelimesini sadece yurt dışında yaşayanları tanımlayan bir kelime olarak görmüyorum. Yıllarca vatan toprağı üzerinde dilini, örfünü,  adetini hatta yemeğini  bile bilmediğim insanlarla tanıştım ben. Birbirimizden o kadar farklıydık ki... Ancak bu farklılıklarımız birbirimizi  tanımamıza , sevmemize engel olamadı. Kalpler iyi , niyetler iyi olunca bir bakıyorsunuz o yabancıyla  en iyi dost olmuşsunuz gurbet ellerde. Ondan dualarımızda demez miyiz? “Hep iyi insanlar çıksın karşımıza” diye. 🙏
Bir de unutmadan; topladığın  bavulunu ha vatan toprağında açmışsın, ha vatan toprağının dışında. Sen o bavulu bir kere topladın mı? topladın.  
Artık kaderden kaçamıyorsun. Bundan sonra sen bir GÖÇMENSİN. Yani geçmiş olsun:)

***Peki sadece Türkiye içinde mi göçtünüz?
Yok, yok... Öğretmenliğimin de etkisinden olacak sanırım iyi konuştum değil mi? Yavaş yavaş geliyorum. Siz ne diyordunuz ? “Easy, easy” 😊

***İlk yurt dışınız ne zaman oldu?
1999’da eşimin görevi dolayısıyla  Amerika’ya geldik. Huntsvill Alabama’da bulunduk. O zamanlar evlatcığım 4 yaşındaydı. Tatlı, sevimli bir oğlancık...
Bize sofralarını , yüreklerini açan o kadar çok iyi insanla tanıştım ki, hem Türk hem Amerikalı olan. Onlarla olan anılarımı düşündükçe hala içim ısınıyor. Özellikle değerli reyan akbay ablamızın yeri çok çok ayrıdır bizim yüreğimizde...

                                                                                         
***Bu ilk yurt dışı  tecrübesi size neler kattı?     
Eşimin işi yoğundu. Durum böyle olunca; ben, oğlum ve Amerika  başbaşaydık. 😊 Ben de hem evladımı, hem de kendimi eve hapsetmedimElimden geldiğince, insanlarla birlikte olmaya gayret ettim. Onların hayatlarına  ortak olmaya çalıştım. Evet, onların da yaşantılarında başetmeleri gereken zorluklar vardı, çok çalışıyorlardı. Haftalarca birbirlerini göremiyorlardı. Ama yorgunluklarını birbirleriyle buluşup, eğlenerek atıyorlardı. Bunun için planlar yapılıyordu. Herkes o plana sadık kalıyordu. Söz verildiyse mutlaka geliniyordu. Aksilik varsa karşıdakine zamanında haber veriliyordu. En çokta bir araya geldiklerinde birbirlerini asla yormuyor olmalarına hayran kalmıştım. Rahatlardı ve kimse kimseden beklentisi yoktu. Komik gelecek size ama misafirin ağır olmayanını ilk kez Amerika’da deneyimledim. Yormayan misafir de varmış dediğimi hatırlıyorum.
Amerika’dan döndükten sonra da eşimin kısa ya da  uzun süreli görevlere gitmesinin sayısı arttı. Benim çalışıyor olmam,  oğlumuzun da büyüyor olması her yurt dışı görevine birlikte gidilmeyi imkansız kıldı. Ama biz her fırsatı lehimize çevirmeye gayret ettik. Çünkü her yurt dışı bizim için tecrübe, oğlumuza da dünyayı algılama demekti.

***Bize biraz da ebeveynlik yönünüzden bahseder misiniz?
Evladımızın; biz de dahil olmak üzere kimseye muhtaç olmadan  hayata tutunmasını sağlamak, en başından beri ebeveynlik anlayışımızın temeli oldu. Bu dünyaya bizim aracılığımızla gelen bir emanetti yavrumuz. Dünya’ya geldiyse tüm dünya onun olabilmeliydi. Bunu da  başarmanın tek yolu evladın,  dünyada geçerli bir diplomaya sahip olmasıydı. Güzel bir söz vardır, “Kuş, konduğu dalın kırılmasından korkmaz; çünkü güvendiği dal değil,  KANATLARIDIR” diye.

Biz özellikle iyi bir üniversite eğitiminin, insana kanat verdiğine inandık. Ve kendi yol haritamızı buna göre çizmeye çalıştık. Karı-koca, Büyük Taarruza  hazırlanıyor gibi gizli bir hazırlık içindeydik. Maddi ve manevi hazırlık, bizim gibi aileler  için hiç kolay değil. Özellikle maddi hazırlık maneviyatın önüne geçti çoğu zaman.  Dolar biriktirmek önceliğimizdi. Elimize geçen ve ihtiyaçlarımızdan arta kalan her lirayla dolar aldık...alıyoruz. Ah, bir de şu yaramaz dolar yerinde dursa, hep ileri gideceğim diyor da başka bir şey demiyor. 😰
 Sanırım, 
 “ Ferdağ ve Ahmet’le Çocuğunuzu Göçmenliğe Hazırlayın”, 
 “10 Adımda Yavru Kuşunuzun Göç Hikayesini Yazın ”  
                             durun durun, en doğrusu da şu olacak galiba;
GÖÇ YOLUNDA DOLARA KARŞI EĞİLMEDİK, DİK DURDUK! 
adlı kitaplar çıkartsak bence yok satarız. 🤣 🤣

Galiba biz diğer ailelere göre hep farklı olduk . Örneğin oğlum küçüklüğünde itibaren hiç bir yaz evde kalmadı. Her yaz ya çalıştı, ya bir kursa (ingilizce, yüzme..vb.) gitti. Bizim evimizde normal şartlarda her zaman erken kalkılır. Erken uyanınca oflama, poflama olmaz. Çünkü erken kalkmanın sihrine çok inanırız. Bu özelliğimiz evlada da geçti. Evlatta erken kalkar. Yine, oğlumun yaş dönemine göre her zaman bir bütçesi olmasını sağladık. Günlük, haftalık ya da aylık verilen harçlıklarını biriktirme yada harcama özgürlüğünü destekledik. Tek kural vardı:
Her istediğini al ama parasız kalma” ( Laf aramızda, benim de evlattan çok borç para almışlığım vardır. Ancak  faiziyle  geri alırdı. Vay uyanık vayy...😊 )

Lise yıllarında  belirli bir bütçeyi oğlana veriyorduk. Ve diyorduk ki; bu bütçeyle babanla kendini Avrupa’ya 3 gün tatile götür getir. Planlamayı kendince yapıp, babasıyla da son şeklini veriyorlardı. Sırtlarında çantalarıyla en az 3 kere yurt dışına gittiler baba-oğul. Gittikleri yerde tüm yolları bulma ve metro duraklarını öğrenme görevi de evlatcığımındı. Bu hem bizim ergenlik buhranlarını atlatırken kullandığımız bir yöntemdi, hem de oğlanın göç etmesine hazırlıktı.

***Oğlunuzun eğitim hayatını biraz anlatır mısınız?
Oğlum, 8 yıllık ilköğretim hayatını 4 farklı ilde ve farklı okullarda  tamamlandı. Bu durumu yaşamak zorunda kaldığı için oğluma anne yüreğim üzülürken , mantığım tam tersini söyledi hep. Bugün baktığımda mantığımın haklı çıktığını görüyorum. Çünkü oğlum gittiği her ortama kolayca alışan, kendini ifade eden genç bir adama dönüştü. Her zaman kendi velilerime de şunu söylerim “Çocuğunuza göre şartlarınızı belirlemeyin, şartlarınız neyse çocuğunuza onu verin”  

Evlat, ilkokul ve ortaokul döneminde sorumluluklarını bilen bir öğrenci oldu. Ancak eğitim sistemi öyle bir halde ki canım ülkemde, sen evladına yara vermemeye çalışırken, bir bakıyorsun evlat çoktan yaralanmış. Her sene yapılan bir sistem değişikliğiyle de yaraların kapanması mümkün değil.
İlköğretim sonrası girdiği Seviye Belirleme Sınavı-S.B.S ile  (şimdilerde bu sınavın adı yine değişti) Ankara’da  orta düzey diyebileceğimiz  Etimesgut Anadolu Lisesini kazandı.
Liseyle birlikte çocuğu olan her ailenin korkulu rüyası ergenlik ile tanıştık. Hem de ne tanışma... 😨😩 Bu sürece hiç girmeyelim. Çünkü bu süreç, ayrı bir roportaj hatta roman konusu olur.

Ergeniyus hallerimiz, lisenin son yıllarında hafifledi. Üniversite sınavında Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nin Maden Mühendisliğine yerleşti. Üniversitenin bir kaç yılını yanımızda okumasını, biraz daha büyümesini istedik. Daha doğrusu ben istedim. Çünkü bir tanecik evladımın evden ayrılacağı zaman yaklaşıyordu. Ve benim yüreğim de artık alev alev yanıyordu. Çok dua ettim bu alevin yerine sakinlik ver Allah’ım diye. Verdi de...ŞÜKÜR.

Ailelerimiz  kararımızı duyunca ortalık, dram ve gözyaşına döndü. “19 yaşında bir evladın ne işi vardı gurbet ellerde? Ben ne yapardım? Yüksek lisansa gideydi? ODTÜ’nün suyu mu çıktı? Yaşlılığımızı düşündük mü? Para yeter miydi? Doların durumunu bilmiyor muyduk?”...vb sorular eşliğinde geçen sohbetlerin sonu gelmiyordu.

***Amerika süreci nasıl gelişti?
ODTÜ’nün hazırlığı bizim için güzel bir basamak oldu. Hazırlık sınıfını başarıyla tamamladı. O yaz ilk defa Amerika’ya yalnız başına gitti. Yaklaşık 10 günde Massachusetts -Boston, Texas- Dallas, New York- New York City, Washington DC bir başına dolaşarak geri döndü. Artık bu bizim O’nu, yurt dışına çıkartmada ki son tatbikatımızdı.😊

Eşimin çok iyi düzeyde ingilizce bilmesi önümüzü aydınlatıyordu. Tüm Avrupa, Avustralya, Amerika ve Kanada’nın eğitimlerini inceleyip bana anlatarak detaylandırıyorduk. Üniversitelerin sıralamaları, iş olanakları ne kadar önemliyse maddi olanaklarımızın gerçekliği de o kadar önemliydi. İnanın her ülke için ayrı bir excel tablosu düzenledik. Bu tablolar,  yaklaşık 5 yılı kapsayan tablolardı. Bu tablolarla ay ay, yıl yıl harcanacak paraları ve bizdeki birikimlerimizi ekleyerek önümüzü daha net görmeye çalışıyorduk.

ODTÜ’nün hazırlığından sonra artık oğlumuzda bu sürece kendi de katıldı. Araştırmalarını yapıyor, kafasında durumu netleştiriyordu. Bütün bütcemizi de biliyordu . Ve O’na dedik ki;  “ Oğul! bütçemiz budur. Bu sınırlar içinde neresini istiyorsan orası olsun” ... Tam o sırada  The University of South Australia’dan kabulü geldi. Ancak Amerika’da iki yıl College okuyup üniversiteye geçmesi bizim bütçeye daha uygun oluyordu. Evlatta Amerika dedi. Bir yıl önce de Dallas’ı kendi  görüp sevdiği için oradaki Richland College ile yazışıldı. Ve engineering bölümüne kabulu geldi. Dallas’ta doktora yapan bir arkadaşımız vardı. Ama, O da yaklaşık bir hafta sonra geri dönüyordu.
Gitmeden evini internetten tuttuk. Ancak kalan her şeyi kendi başına yapması gerekecekti. Bavullar hazırlandı. 7.Temmuz.2015 tarihinde evladı evden uçurduk.
Karı-koca o gece hep ağladık. Çoooook zorduuu. 😔

Dallasta ki süreç baştan tabiki evladı ve bizi zorladı. Her ne kadar sürece hazırlandığımızı düşünsekte işin içine girince durum farklıydı. İlk zamanlar acıtıcıydı. Oğlan Dallas’ta şoku atlattıkça, düzenini kurdukça sesi daha iyi gelmeye başladı. Hele hele sınavlardan yüksek notlar almasıyla birlikte her şey daha güzelleşti.

Ben o kış yanına gittim. Yazın  karı-koca gittik. Ben kışın tekrar gittimAnlıyacağınız hep gittim... 😘
Her gidişimizde biraz daha toparlandı. Elimizden geldiğince oradaki hayatını kolaylaştırdık. Evlatta derslerine asıldı. Richland College 4.00 ortalamayla bitirdi. College bağlı olduğu University of Texas at Dallas’ın  yanında seçeneklerini artırmak istedi. Makina Mühendisliğinde sıralamaları daha yüksek olan yaklaşık 12 üniversiteye başvurdu.

Maryland ilk cevap veren üniversite oldu. Çok sevindi, sevindik.

Dallas’tan da GÖÇ vakti gelmişti. Meşhur sarı arabalardan PENSKE’nin arkasına yerleştirdik eşyalarımızı. Ağustos 2017’de Dallas’a hoşçakal, Maryland’e   merhaba dedik.
Evlatcığı  yerine yerleştirdik, öptük, sevdik  ve yine vedalaştık .

Bu mayısta mezun oluyor mühendisimiz. 👨🎓

***Son olarak neler söylemek istersiniz?
Bizim hikayemiz böyle... 👪🧿
 Eş dost, arkadaş soruyor “Amerika da mı kalacak oğlan” diye.
Onlara dönüp diyorum ki “Paşa gönlü bilir, Amerika’da kalmazsa da  alışkın bizim oğlan göç etmeye, gitmelere...” Anne yüreğim yerleşik düzeni olsun istiyor tabiki. Hayırlısı...
                                        🧿🧿🧿🧿🧿🧿🧿🧿🧿🧿🧿🧿
                                            🧿🧿🧿🧿🧿🧿🧿🧿🧿🧿🧿🧿

Ocak 09, 2020

Gözün gör olmasın Maslow 😉

⬇⬇İŞTE HER ŞEYİN SUÇLUSU ⬇⬇

      MASLOW 'UN PİRAMİDİ

Yıllarca sarımsak gibi davranmaya çalışmam bu piramitten ötürüdür.
Kimdir bu piramit üleeeen?😊
Hayatımda, neden var olmuş benim?

 💢💢💢
                                                            
Piramidin özeti şu;  
Maslow'a göre her birey, 
doğumundan ölümüne kadar piramidin en altından en üstüne kadar tırmanır. 

İnsanoğlunun birinci basamağı temel ihtiyaçlar basamağını  sağlıklı bir şekilde yaşaması gerekiyor.
Bu basamaktaki tüm ihtiyaçlar karşılanmalı ki, 
insanoğlu diğer basamaklara  sağlıklı bir şekilde tırmansın.

Şimdilerde daha iyi anlıyorum.
Allah'ıma bin şükürler olsun ben en alttaki basamağı, 
güzel güzel yaşamış ve kazasız, belasız geçmişim. 🧿🙏

Çocukluğumuza denk gelen bu fizyolojik ihtiyaçlar basamağını sağlıklı bir şekilde yaşamamızı  ailelerimiz sağlamakta. 
Bu yüzden sağlıklı bir çocukluk, sağlıklı kişiliklere sahip yetişkinler demektir.🎈🦋🎈

😵Amaaa beeen,
gel gelelim  orta basamakta epeyce vakit kaybetmişim.

Ne diyor orta bölüm?
 "Ait olma ve sevgi ihtiyaçları:samimi ilişkiler, arkadaşlar"
İşte ben buraya gelince,
 petanaj yaptırmaya başlamışım arabayı😊

İlle arkadaşlarım olsun,
çok olsun, en çook olsun ,
olsun da çamurdan olsun diyerekten
yapmışım sarımsak rolunüü ...🤷‍♂️
İyi halt etmişim. 😂

İşte,
bir aydınlanma eşliğinde,
etrafınızdaki insanları elemeye başladıysanız,
gözünüz aydın bir üst basamağa geçmişsiniz!
Mandalina olduğunuzu hatırladınız. 
YOLUNUZ AÇIK OLSUN:))))))
Dikkat dikkat! Bu yazıyı okumadan önce; "Bu Bir İtiraftır" okumanız önerilir. Tık tık... 

Ocak 07, 2020

Hu hu Atina komşu !



2019 Temmuzunda Atina' ya kısacık olan gezimiz ne güzeldi. 
 Göreve ilk başladığım yıllarda bir öğretmen abim vardı. “İnsan kalbinin  ekmeğini yer  Hocahanım, kalbinde ne varsa önüne o çıkar “derdi. Ben de bu felsefik sözün altında yatan derin anlamı anlamış görüntüsü verirdim. Yaş 22. Nasıl anlasın ki  anlamını bu cahil hocahanım. Söz derin. Anlamı derin. Bu derinlik başka bir yazıya başlı başına konu olur. 
Atina gezimiz kalbime göre , Ferdağ ve Ahmet'e göre oldu. ŞÜKÜR🌹 
Atina’da turist olmak çok kolaydı. Biz her zaman yaptığımız gibi kanter içinde kalsakta gittiğimiz şehri yaşamak adına  Atina’yı da  yürüyerek keşfettik.  Akropolis’e bile tırmandık. Yürürken insanları seyretmek, etrafı incelemek kısaca hayata dokunmak gibisi yok.

Atina'ya yazın gidilir mi?

Biz  gittik. Evet sıcaktı ve kalabalıktı. Kalabalık  değil de sıcak yordu azcık bizi. Özellikle belli bir yaşta olanların konaklayabileceği en iyi nokta bana kalırsa Atina'nın merkezi olan Plaka ve civarı. Siz orada mı kaldınız? diye soracak olursanız...Evet biz orada kaldık. Sıcaktan ve kalabalıktan bunalınca otelde dinlenmek gün içinde güzel oldu.Ne de olsa belli yaştayız😉 Yemek konusunda endişelenecek hiç bir şey yok bence. Şu  resim bile her şeyi anlatıyor.





Ocak 06, 2020

Sirtaki, Ferdağ ve CABAAAA😉

Çoğumuz gibi ben de Sirtaki'nin Yunan dansı olduğunu sanırdım hep.
Oysaki Sirtaki, İstanbullu Ortodoks Arnavut kasaplarının dans türüymüş. Sonraları bir şekilde özellikle 1960'lardan sonra popüler bir Yunan dansı haline gelmiş. Atinada da Sirtaki oynayan gençleri  seyretmek çok çok keyifliydi.

Peki ben sirtaki oynadım mı?

Tabiki benim bu dansı bilmediğimden değil de, bir Türk olarak  oynamam yakışmazdı.😎Ben de bu yavruları, dansımla değil  para desteğimle mutlu edeyim dedim. Bizim Trakya'da düğünlerde müzisyen abilerimiz "Gelinin kayınvalidesinler cabaaa, damadın kayınpederinden cabaaa" diye  bağırırlar ve bahşiş toplarlar..
Ben de Atina sokaklarında "TÜRKLERDEN CABA" diyerekten cüzdanımdaki tüm bozuklukları verdim gitti...😘

Ocak 02, 2020

İnsanın anayurdu çocukluğudur ✻ GELİBOLU

Latin Amerikalı yazar Jorge Amado'nun "İnsanın anayurdu çocukluğudur" sözünü öğretmenliğimde öyle çok kullandım ki. Bu sözün doğruluğunu  ispatlayacak kadar da hayat bana  tecrübe kazandırdı. İnsan tanıttı.
Zor, mutsuz kişiliğe sahip yetişkinlerin çocukluklarında da  sorun yaşadıklarını gördüm. 
Yada tam tersi mutlu, çözüm odaklı  kişiliklerin çocukluklarında  da mutlu olduklarını... 
Kişiliklerimiz çocukluğumuzda gördüklerimizle,deneyimlediklerimizle  biçimleniyor. 
Ve  insanın tüm ömrüne yayılıyor. 

Bundan ötürü çocukluk çok önemli beyaa 😉

Benim çocukluğum  nasıl  mıydı?

Sizce bu kadar güzel bir anayurtta mutsuz çocuk olur mu? 

                                                    İşteTrakya... İşte benim anayurdum

                                             












İçindeki o ses

          Ne zaman Gelibolu 'dan Ankara'ya gelsem sanki kurgulanmış bir yere geliyorum.
Benim için tasarlanmış, yaşamam için de içine koyulmuşum gibi. Burası parkın, burası yolun, burası marketin.Bu gösterilen yerlerde yaşayacaksın. Sınırları belli,insanoğlu tarafından sana izin verildiği kadarıyla.Yaşayıp gidersin.  Ancak içinden hep bir ses ait değilsin  sen buraya der.  Hayat telaşında da içindeki bu ses gittikçe kısılır da kısılır . Gün gelir duyamazsın da . Bazen de  huzurun için de bu sesi duymamak  en iyisidir. Doğduğun yer değil de doyduğun yer mantığıyla senin için kurgulanmış bu yaşam alanınını  kabul etmeye çalışırsın da, çalışırsın.😔

Bu duygulara hitap eden Jim Carrey'in  ünlü bir filmi vardır TRUMAN SHOW Truman, yaşadığı hayatı gerçek zannederek uzunca bir süre bunun tadını çıkarır. Taki bir gün  bu hayatın gerçek hayatı olmadığını fark edene kadar...
         Harika bir fimdir.














"Truman: Hiçbir şey mi gerçek değildi?
Christoph: “Sen gerçektin! Seni izlemeyi bu kadar güzel yapan da buydu. Beni dinle Truman.  Dışarıda, senin için yarattığım bu dünyadan daha fazla gerçeklik yok. Aynı yalanlar. Aynı ikiyüzlülük. Ama benim dünyamda korkacak hiçbir şeyin yok.